Translate

Kasım Şen - (Mütehayyil)

01 Ocak 2020

Hikayeden İşler-2




HİKAYEDEN İŞ'LER-2

Yeni yılın (2020) ilk gününde, yeni bir yazı ile "Hikayeden İş'ler" yazı dizisine devam ediyorum.  Hikaye anlatma yöntemi, sunum yapan profesyonellerin en çok kullandıkları argümanlardan birisidir. Pek çok güzel sunumda akılda kalabilecek güzellikte hikaye(ler) bulunur. Dinleyicilerin konuya kendini vermesi ve kolay örneklenmesi açısından faydalı bir araçtır.  Hikaye anlatıcılığı geçmişte bir meslekti. Meddahlık bunun çok iyi bir örneğidir. Meddahların anlattıkları hikayeler dilden dile aktarılarak günümüze kadar gelebilmiştir. Elbette her meddah anlattığı hikayelere kendisinden bir katkı yapmıştır. Ancak anlatılan her hikaye topluluklara sirayet etmiş ve günümüzde bile anlatılmaya devam etmiştir. Bu yazımızdaki hikayemiz ise bir olay içermiyor. Gerçek yaşamdan bir başarı öyküsünün iş dünyasına uyarlamasıdır. 

SERGEY BUBKA REKORU? 


*********************************************************************************
Sergey Bubka, gençliğini veya çocukluğunu seksenli yılların ikinci yarısında yaşamış olanların kolayca hatırlayabileceği bir atlettir. Televizyonun tek kanallı olduğu zamanlarda ilgiyle izlediğimiz dünya ve olimpiyat şampiyonalarında, atletizmde sırıkla yüksek atlama alanında hep rekorlar kırmıştı. Sırığı eline aldığı zaman çıtayı geçeceğine hepimiz inanırdık. Sergey Bubka, SSCB formasıyla yarıştığı 1988 Seul Olimpiyatları’nda sırıkla yüksek atlamada 5.90 metre atlayarak hem olimpiyat rekoru kırdı, hem de altın madalya kazandı.

1988, 1989, 1991, 1993, 1995 ve 1997’de dünya şampiyonluklarını kazanan Bubka, 1985 ve 1986’da da Avrupa şampiyonu oldu. Bubka’nın sırıkla yüksek atlamada 35 dünya rekoru bulunuyor. 6,14 metreyle açıkhava, 6,15 metreyle salon dünya rekorları, 2014 yılında Renaud Lavillenie tarafından 6,16 ile kırılmıştır. Neredeyse bütün spor otoritelerince gelmiş geçmiş en iyi sırıkçı olarak kabul edilmektedir.

Sergey Bubka rekorlarını santim santim ilerletmiştir. Her defasında daha yükseğe çıtayı yerleştirerek kendisine ait rekoru kırmış, yeni bir rekor yazdırmıştır. 

********************************************************************************

Sergey Bubka'nın başarılarının önemli nedeni, çıtayı doğru yere koymasıydı. Başarabileceğine inandığı yüksekliğe hedefi belirlemiştir. Ne çıtayı çok çok yükseğe koyarak başarısız olmuştur, ne de düşük bir seviyeye çıtayı koyarak vasat bir atletizmci olarak kalmamıştır. Hedefi doğru belirleyerek sürekli ilerletmiştir.  İş hayatında, tıpkı Sergey Bubka gibi hedefi doğru belirlemek çok önemlidir. 

İş dünyasında hedeflerin belli özelliklerinin olması gerekmektedir. Yabancı kaynaklarda hedeflerin SMART (Spesific: Belirgin, net; Measurable: Ölçülebilir; Achievable: Ulaşılabilir; Realistic: Gerçekçi; Time-Bound: Zaman Sınırlı) olması gerektiği belirtilir.  İş hayatıyla ilgili birçok kitapları bulunan Ahmet Şerif İzgören ise Avucunuzdaki Kelebek kitabında hedefler TOMBUL olmalıdır diye belirtmektedir.

T : Tatmin edici
O : Ortak
M : Mantıklı
B : Belirgin
U : Ulaşılabilir
L : Limitleri Belli

Her iki kısaltmanın da temelinde hedeflerin ulaşılabilir olması ele alınmıştır. İş hayatında doğru tanımlanmış hedef başarıyı getirecektir. Yeteneklerin ve yetkinliklerin ötesinde konulan hedefler baştan başarısızlık demektir. Unutmamak gerekir ki, hiçbir fil için uçma hedefi konulamaz. Ancak hiç hedefin olmadığı bir ortamda çalışmak da anlamsız olacaktır. Erişilmesi gereken bir hedef yoksa veya çok kolay ulaşılabilinecek hedefler tanımlanmış ise, bir süre sonra mutsuzluk, tatminsizlik ortaya çıkacaktır.  

Sergey Bubka çıtayı 7m gibi yüksek seviyeye koysaydı, bir süre denedikten sonra başarısız olacağı için sonra bu sporu bırakacaktı. Ya da çıtayı 5m gibi bir seviyede tutsaydı, her denemesinde kolayca atlayabileceği için bir süre sonra sıkılacaktı, rakipleri onu kolayca geçeceği için kimsenin kendisinden haberi bile olamayacaktı.

Sonuç olarak: "Çıtayı doğru yere koyun!" Doğru Hedef: Mutluluk, huzur ve tatmin demektir.

26 Aralık 2019

Hikayeden İşler-1




HİKAYEDEN İŞ'LER-1

Yeni bir yazı dizisine başlamak istiyorum. "Hikayeden İş'ler" yazı dizisinde, hikayeler anlatıp iş dünyası ile ilgili örnekler vermeye çalışacağım. 02.Nisan.2019 tarihinde Hacettepe Üniversitesi'nde Genç Mühendisler Topluluğu'nun (GMT) düzenlediği etkinlikte yaptığım sunumdaki hikayeleri burada tekrar paylaşacağım. Yazı dizimde şimdilik 14 farklı konuda hikayeler yer alacak. 

Ben küçükken, büyüklerin bana ders/öğüt vermelerinden nefret ederdim. Hayatım boyunca da hiçbir kimseye ne öğüt verdim ne de öğütleri dinledim. Ders vermeyi de hiç denemedim. Bende nefret uyandıran şeyler, pekala başkaları tarafından da beğenilmezdi. Özellikle aramızda kuşak farkı olan gençlerin, bizlerin verecekleri öğütlere, vereceğimiz derslere, işaret parmağımızı göstererek yapacağımız uyarılara hiç de aldırış etmeyeceklerini düşünüyorum. Bunu yaparak belki ancak kendimizi kandırırız. Bu nedenle, "HİKAYE" anlatmak istedim. Çünkü hikayeler anonimdi. Kimsenin yaşanmışlıklarıyla ilgili olmayabiliyordu. Biraz gerçekti, biraz da kurguydu. Ancak herkes kendine ait bir parçayı bulabiliyordu. 

Bu nedenle ben de hikaye anlatmayı yeğledim. Güzel de oldu..

FARE NEDEN ÖLDÜ?


İlk hikayemizin konusu bir karton kutuda bırakılan farenin neden öldüğü ile ilgili olacak. Hikayemizi anlatayım:

*********************************************************************************
Profesörün biri, elinde bir kutu ve fare ile öğrencilerin bulunduğu sınıfa girdi. Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında fareyi kutunun içine koydu. Kutuyu kapattıktan sonra salona dönerek: 

-Bu kutuya iki gün kimse dokunmasın! dedi ve salondan çıkıp gitti.  

Salondaki öğrenciler olaya bir anlam verememişlerdi. Profesörün ne kadar sert biri olduğunu bilen öğrenciler kutuya asla dokunamazlardı. Ne olacağını merak ederek iki gün beklediler. İki gün sonunda profesör salona girdi. Kutuyu eline aldı ve açtı. Kutunun içindeki farenin ölmüş olduğunu bütün sınıfa gösterdi. Sınıfa dönerek farenin neden ölmüş olabileceğini söylemelerini istedi. 

- Havasızlıktan… 

- Açlıktan… 

- Susuzluktan… 

- Korkudan...

Her öğrenci olabilecek ihtimalleri saymıştı. Profesör kutuyu havaya kaldırıp içini öğrencilere gösterdi. Kutunun her tarafı kemirilmiş vaziyetteydi. 

- Görüyorsunuz değil mi? Fare anlaşılan çıkmak için çok mücadele etmiş. Bunu kutunun içindeki vaziyetten anlıyoruz. Şu var ki fareyi sizin dediğiniz gibi ne havasızlık ne de açlık öldürdü. Fareyi asıl KARARSIZLIK ÖLDÜRDÜ! Fare kutunun her yerini parçalayıp çıkmaya çalışacağına sadece bir köşesini parçalasaydı ve bunda da kararlı olsaydı çıkıp kurtulacaktı.

*********************************************************************************

İş hayatında da hepimiz bir çıkış yolu arıyoruz. Kimimiz iş yerlerimizde başarılı olmak için çabalıyor, kimimiz ise girişimci olup kendi firmalarını kurarak büyümeye çalışıyoruz. Kapalı kutu olan "İş Dünyası" içinde başarıya ulaşmak için değişik yöntemler deniyoruz.

Ancak burada önemli olan "kararlılık"tır. Her mesleğe, her iş alanına, her iş yapış yöntemine öykünmek; iş hayatında kararsız kalmak, yok olmaktır. İş hayatının başında bir alanı seçip, o alanda ısrarcı olmak, başarıya giden önemli bir adımdır. Bilim adamlarının ısrarlı denemeleri olmasaydı, bugün birçok teknolojiye sahip olamayacaktık.

Stratejiler ve taktikler sadece firmalara, kurumlara özgü kavramlar değillerdir. Kişilerin de elbette stratejileri ve taktikleri vardır, olmalıdır. İş hayatının belli dönemlerine özgü stratejiler belirlemek ve bu stratejik hedefler doğrultusunda çalışmak önemlidir. Strateji sadece "ne yapmayı" belirlemez, "neleri yapmamayı" da belirler. Böylece iş hayatında başarılı olmak için neleri yapmamayı, hangi alanlarda çalışmamayı belirlemiş oluruz.

Bir atasözü vardır:"Düğüne gidip zurnaya, hamama gidip kurnaya aşık olmak". Evet, her gördüğü, her duyduğu konuya meyledip, her konuda bir şeyler yapabileceğini düşünmek ancak böyle tarif edilebilir.  Bir konuda yeterince çalışmayıp, çözüm için denemeler yapmayıp başka alternatiflere yönelince, tıpkı bu fare gibi birçok çıkış yolunu denemiş ama hiçbir şey elde edememiş birisi olarak sahneden çekilmiş olacağız.

Sonuç olarak; "Kararsız kalmayın, stratejinizi belirleyin"






15 Aralık 2019

Proje Yöneticisi, Orkestra Şefi Midir?






Proje Yöneticisi Orkestra Şefi Midir?

Proje yöneticilerini orkestra şefi gibi tanımlayan benzetimleri uygun bulmuyorum. Bir orkestrayı yönetmek ile bir projeyi yönetmenin kısmen ortak noktaları olsa bile temelde ciddi farklar bulunuyor.

Orkestrada temel olan, bir besteyi uygun müzik aletleri ile icra etmektir. Bestelenen notaları (tanımlanmış rota) uygun şekilde izlemek, seslendirmektir. Elbette icra ederken bir miktar yorumlama yapılabilir ama bestenin değiştirilmesi uygun değildir. Yani aynı besteyi, farklı orkestra şefleri yönetse de, müzik aynıdır. Orkestra şefi, müziğin düzgün bir biçimde çıkmasını sağlayabilir.

Projede ise bestelerden farklı olarak sözleşme/şartname ile gereksinimleri belirlenen, kapsamı çizilen işin uygun tasarımla gerçeklenmesi beklenmektedir. Aynı şartname farklı firmalara verilmiş olsaydı, farklı farklı çözümler ve ürünler ortaya çıkabilecekti. Aslında proje: Bestedir. Beste bir kere yapıldıktan sonra farklı orkestra şefleri tarafından aynı şekilde icra edilirler. Yorumlama farkları olsa da beste değişmez.

Proje yönetiminde, orkestrada olduğu gibi şefin (proje yöneticisinin) ellerinin hareketlerine bakan, yönlendirilmeyi bekleyen icracılar yoktur. Aksine kendi çalışma alanlarında en iyi çözümü üretmek isteyen, üretmesi gereken besteciler vardır. Proje yöneticisi, orkestra şefinden daha fazla işin içindedir, içinde olmalıdır. Uzaktan verilecek komutlar ile projenin yönetilmesi kolay değildir.

Proje yöneticisinin görevi, ekip içindekilerin uyumunu sağlamaktır. Komutlarla yönlendirmek yerine, işin belli parçalarını besteleyecek bestecilerin ahenkli bir müzik çıkarmasına yardımcı olmaktır.

Bu konuda çok beğendiğim bir paragrafı paylaşmak isterim. David  A. Schmaltz, "Körler ve Fil" kitabında proje yönetimi için şöyle der:
"Proje çalışması, bulmacanın elimizdeki parçalarını, bizim kadar kafaları karışmış olan başkalarının elindekilerle birleştirmemizi öngörür. Bu yüzden projeler kaçınılmaz olarak bizleri bir filin çevresinde toplanmış kör adamlara dönüştürür ve ulaşamadığımız bütünü anlamaya çabalarız. Bu durum uyum peşine düşmemizi teşvik eder, çünkü hepimizin başarısı düzgün perspektifi bütünleştirmemize bağlıdır. Bu bütünleştirme uyumdur."


09 Aralık 2019

Entellektüel Konuşuyor Olacağız




"Entellektüel konuşuyor olacağız"..


Ne dersiniz, yapalım mı? Kimi beyaz yakalılarda İngilizce'den bulaşan bir hastalık var: "will be v1+ing" hastalığı... Türkçe'de olmayan bir zaman kipiyle konuşuluyor/yazılıyor. "Size yarın sabah ilgili emaili yazıyor olacağız" .. Nedir?! Korkma "yazacağım" de! Yani "yazıyor olacağız" diyerek; belki yazarım, belki de yaz(a)mam diye birazcık tolerans mı bırakılmak isteniyor? Amiyane tavırla "kıvırma" payı.. Türkçe'de "yapıyor olacağız" diye bir şey yok! "yapacağız", "yazacağız" vardır. Böyle yazınca entellektüellikten yoksun mu olunuyor? Ya da bir şeyi "-yor olmak" şeklinde yazınca daha mı anlaşılır oluyor?! Ben var anlamamak "-yor olmak"tan. Ben var fazlaca yorulmak. Siz var anlamak?!