Translate

Kasım Şen - (Mütehayyil)

30 Mart 2024

EVCİLİK

 

EVCİLİK

Ünlü film yönetmeni Andrey Tarkovski bir sözünde şöyle der: "Bir ağacın üzerindeki bir böcek gibi, sanatçı da asalak gibi çocukluğundan beslenir. Sonra biriktirdiklerini harcar, yetişkin olur ve olgunluğu da son noktadır". Ben de yazılarımda çocukluğumun hazinelerinden beslenmeye devam ediyorum. Bu kimi zaman bir anı, kimi zaman ise bir film, bir oyun, bir trajik olay olabiliyor. Her çocuk gibi bizler de oyunlar oynardık. Körebe, birdirbir, uzuneşek, saklambaç vs bunlardan bazılarıydı.  Ama galiba en çok oynadığımız oyun ise evcilikti.

“Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz!”

Özellikle mahallemizin çocukları ile bir araya gelince hemen bir oyun kurulurdu. O oyunlarda hiç sıkılmazdık, oynamaktan usanmazdık. Türlü senaryolar ve hikayeler oluşturulurdu. Bazen yaşanmış bir anı, bazen ise hayal ürünü kahramanlar yaratılırdı. İlerleyen yıllarda bu oyunların çok faydasını gördük. Şimdilerde sosyalleşme olarak adlandırılan kavramı bizler içeriğini bilmeden doyasıya yaşamıştık. Evcilik oyununda her defasında farklı roller oynuyorduk. Bazen evin babası, bazen evin hasta çocuğu, bazen doktor, bazen polis oluyorduk. Rolümüzün hakkını vermek için olabildiğince sahici oynamaya çalışıyorduk.

“Mahsusçuktan, hasta oluver!”

Evcilik oynarken bazıları kendine verilen rolü beğenmezlerdi. Hasta rolü verilen çocuk, “yaa ben doktor olucam, ben hasta olmak istemiyomm, doktor olmak istiyommm” diye mızmızlanırdı. Bu durumda oyundaki yaşça büyük olan ablalar veya abiler devreye girer ve “canım n’olcak sanki mahsusçuktan hasta olacaksın, sonraki oyunlarda da sen doktor olursun” diye ikna etmeye çalışırlardı. Hayatımızın birçok zamanında da birileri bize zaman zaman mahsusçuktan oynamamız gereken roller verdi. Şimdi o evcilik oyunlarını çok iyi anlıyorum.

“Bir projede, iki cambaz oynamaz!”

Benzer rol dağıtımı proje ekipleri oluşturulurken de gerçekleştirilir. Herkesin yetkinliklerine ve yeteneklerine göre rolleri belirlenir. Kimisi iyi polis olur, kimisi ise eli sopalı kötü polis oluverir. Bazılarımız bize düşen rolleri beğenmeyiz. “Ama ben proje yöneticisi olmak istiyorum yaa!” diye serzenişte bulunanlar olur. Ancak bilinmesi gerekir ki, bir ipte iki cambaz oynamaz. Birisinin ak dediğine, diğeri kara diyemez. Bunu yapmaya kalkarlarsa, ya ip kopar ya da cambazların ikisi de yere düşer..

Kimisi arkadaşına biçilen rolü kıskanır ve “Ama o kişi şu rolü almış, o zaman ben de şu rolde olmalıydım, benim neyim eksik!” diye şikayet eder. O sırada bir yönetici çıkar ve “aman canım mahsusçuktan o rolü üstleneceksin, bu projede böyle olsun, başka projede sana başka roller veririz” der. O kişi de ya ikna olur, ya da küskün bir şekilde işi yavaşlatır, aksatır.

“Eşeğe cilve yap demişler, çifte atmış!”

Kimisi ise rolünü fazla sahiplenir ve kraldan daha fazla kralcı oluverir. Kendisine verilen yetkinin dışına çıkıp, sorumluluğuna girmeyen işlere de burnunu sokmaya başlar. Mahsusçuktan oynadığı rolü, sahici bir şekilde yerine getirir. Faydasından çok zararı olur.  

Dolayısıyla hepimiz projelerde bir anlamda evcilik oynuyoruz. Her projede farklı roller üstleniyoruz. Rolümüzün gereği mahsusçuktan da olsa sert olabiliyoruz. Kimsenin bu rolleri fazla ciddiye almasına gerek yok. Bilinmesi gereken şey:

Dostun attığı taş, baş yarmaz..

 

 



17 Mart 2024

ZÜĞÜRT AĞA-1 (GÜREŞ SOFRASI)

 

ZÜĞÜRT AĞA-1 (GÜREŞ SOFRASI)

Züğürt Ağa, yönetmenliğini Nesli Çölgeçen'in yaptığı 1985 yapımı bir Türk filmidir. Sinemamızın kült filmlerinden birisidir. İzlemeyen yoktur sanırım. Bir köy ağasının her şeyini kaybettiği bir dramı anlatır. Başrolünde ağayı Şener Şen oynamaktadır. Bu film eğlenceli sahnelerinin yanı sıra iş hayatına yönelik de birçok ders içermektedir. Bu nedenle filme konu olan olayları, iş hayatına benzetim yaparak birkaç bölümlük yazı dizisi şeklinde sunmak istiyorum.

“Yemekten önce ağanın ruhu okşanmalıdır!”

Filmin başında ağanın köydekilere (marabalarına) ziyafet verdiği sahne gösterilir. Ağa güreşi çok sevdiği için yemekten önce güreş tutar ve sahte bir zafer kazanır. Ağa pehlivanı yenince keyfi yerine gelir ve herkesi yemeğe çağırır. Pehlivan bilerek yenilmiştir aslında. Ortada önceden hazırlanmış bir plan ve oyun vardır. Ancak ağa bunun farkında değildir. Marabaları tarafından yüceltilmek hoşuna gitmektedir. Ağanın yemekten önce ruhu okşanmıştır. Kendini çok güçlü zannetmektedir. Dev gibi bir pehlivanı yenebilecek kadar güçlü ve cesur olduğuna inanmaktadır.

“Çok mutlu saatlerimiz var, mutlu muyuz?!”

İş hayatında da yöneticilerimiz/patronlarımız zaman zaman tüm çalışanlarını topluca yemeğe götürürler. Bazı plaza firmalarında da, birkaç ayda bir yemekli, içkili buluşmalar düzenlenir. Genellikle yeni yıl öncesinde, yaza girerken, ya da 3-4 ayda bir rutin olarak gerçekleştirilir. Bunlara happy hours (mutlu saatler) ismi verilir. Çalışanların arasındaki iletişimi arttırmak, yöneticiler ile çalışanların resmiyetten uzak bir şekilde yakınlaşmaları, iletişime geçmeleri hedeflenir. Stresli iş saatlerinden sonra ekibin mutlu olacağı aktiviteler gerçekleştirilir. Bazen bir yarışma, bazen çalışanlardan birinin vereceği bir konser ile başlar ilerleyen zamanda içkinin dozunu kaçırıp, yöneticisi ile halay çekme cesaretine kadar uzayabilir.

Ancak bu mutluluk saatlerinde gerçekten mutlu olur muyuz?

Güzel yemeklerin ve içkilerin bize mutluluk verip, işimize olan motivasyonu arttırması mümkün müdür?

Yoksa bunlar insan kaynaklarının beyhude çabaları mıdır?

Gelin hep birlikte, Züğürt Ağa filmindeki sahneleri gözümüzde canlandırarak değerlendirelim.

“Su küçüğün, yemek ağanın!”

Bu etkinlikler başlamadan önce genelde patronun ya da ortamdaki en kıdemli yöneticinin bir açılış konuşması yapması adettendir. Lakin bu konuşma uzarsa, öfleme ve püfleme sesleri duyulmaya başlanır. Konuşmanın bir yerinde, popülerliğini göstermek isteyen ve kendisini yöneticiye yakın gören bir çalışan hemen bir espri patlatır. Zorlama gülüşmeler sonrasında konuşmalar tamamlanır. Ağanın icazet vermesi sonrası tüm ekipler bir şeyler yemeye başlar.

“Körler, sağırlar birbirini ağırlar!”

Şirket içinde gerçekleştirilen toplu etkinliklerde genellikle aynı çalışma arkadaşlarının gruplar halinde belli köşelerde öbeklendiği görülür. Zaten gün içerisinde birlikte olan bu kişiler, yine aynı şekilde iletişimlerine devam etmektedirler. Farklı ekiplerin birbiriyle kaynaşması pek görülmez. Sonuçta körler, sağırlar yine kendilerini, kendi arkadaşlarını ağırlar.

Ortada dolaşan birkaç kişi ise ortamı neşelendirmeye çalışır ancak onların bu çabaları da nafiledir. Ortamın verdiği rahatlık nedeniyle bazı sohbetlerin iş ahlakı dışına çıktığı görülebilir. Bu durumlarda genelde birileri ortamı yeniden düzenler. Belli başlı bazı ritüellerin gerçekleştirilmesinden sonra gruplar sırayla ortamdan dağılırlar.

“Sinerji, bir yerlere sinmiştir!”

Ekip içi motivasyonun arttırılması için düzenlenen bu etkinlikler bazen aksine ekipler arası dedikodunun da kaynağını oluşturur. Sinerji sağlanamadan ortadan sinip kaybolmuştur. Çünkü ekipler arasında çekişmeler iyice ortaya çıkmaktadır. Böyle ortamlarda bazı kişiler ise yöneticilere ulaşıp, bir işini yaptırmanın yolunu kollarlar. Hemen ayaküstü konuşup, işi bağlamak isterler. Üstelik ortamın verdiği rahatlık nedeniyle bunu kolaylıkla yapabileceklerini düşünürler.

“Bir gün sonrası, hep aynısı!”

Etkinliğin bir gün sonrası ekiplerin aldıkları motivasyonla işlerine daha sıkı sarılacağı düşünülür. Ancak değişen bir şey olmayacaktır. Züğürt Ağa filminde olduğu gibi çalışanlar yine günlük dertlerine dönecektir. Bazıları yine işlerini aksatacaktır, bazıları yine ekip arkadaşlarını kışkırtacaktır. Değişen bir şey olmayacaktır.

Sadece “Ağa”, mutlu olmuştur..

 

 



13 Mart 2024

BOZUK ASANSÖR


BOZUK ASANSÖR

Türk sinemamızın önemli filmlerinden birisi de “Namuslu” filmidir. Namuslu, yönetmenliğini Ertem Eğilmez'in yaptığı ve başrolünde Şener Şen'in oynadığı 1984 yapımı Türk komedi filmidir. Şener Şen'in ilk başrol oynadığı filmdir. Filmin birçok akılda kalan sahnesi vardır. Ancak filmin ana konusu dışında bazı özel kareleri de vardır.

“Bazı asansörler belki de sadece size bozuktur!”

Filmin bir karesinde üzerinde “Bozuktur” yazısı bulunan asansör vardır. Bu yazı genel müdür gelince yerinden kaldırılmaktadır. Genel müdür dışında tüm çalışanlara bu asansör bozuktur. Sadece genel müdür kullanabilmektedir. Filmin teatral kurgusu gereği belki böyle bir abartı yapılmış olabilir. Ancak gerçek hayatta da sadece birilerine hizmet eden ekipmanlar, araçlar ve kişiler vardır. Ya da, bazı şeyler sadece size bozuktur, başkalarına sağlamdır. Başkalarının kullanabildiği ekipmanları sizin kullanmanıza izin vermeyebilirler. Başkaları için her şeyini ortaya koyan kişiler sizin için nice nice zorluklar çıkarabilirler. Hayatınızda, mutlaka sadece size bozuk olan bir asansör vardır elbette..

“Kariyer yolunda farklı tipte asansörler vardır!”

İş hayatında da birçok asansörle karşılaşırız. Bunların bazıları yavaş yükseliyor, bazısı ise çok hızlı. Kimin hangi asansöre bindiğini bilemiyoruz. Birileri kariyer yolundaki kademeleri ışık hızında yükselerek atlarken, bazıları ise aynı yerinde yıllarca kalabiliyor. Terfi zamanı gelince başkalarına açık olan kapılar bir anda sizin için kapanıverir. Sizin bineceğiniz asansöre bir anda “bozuktur” yazısı asılır. Öylece o pozisyonda kalırsınız ve yıllarca asansörün önünde beklersiniz.

“Yassahhh gardaşım yasssaaahh!”

Kamu kurumlarında veya hastanelerde kapıdaki görevlilerden bu sözü sıkça duymuşsunuzdur. Gitmek istediğiniz yere giriş iznini almak için bu kapıdaki iri yapılı ve çoğunlukla pos bıyıklı, sert yüzlü ve aksanlı konuşan görevliyi aşmanız gerekir. Siz ne kadar girmek için ısrar ederseniz edin, alacağınız cevap aynıdır: “Yasak kardeşim yasak!”

Aynı durum işyerinizdeki kariyer yolu asansörünün önünde bekleyen görevliler için de geçerlidir. Sizin terfi alma zamanınız gelince türlü türlü engeller çıkarılır. “Bu yıl olmaz, seneye yaparız”, “Ekibinizdeki şu arkadaşın bu yıl yüksek performansı vardı, seneye sen de aynı performansı gösterirsen terfi edebilirsin”, “Bu sene yöneticilik kadromuz yok, gelecek yıl açılmasını bekliyoruz”, “Bu dönemki mali durumumuz iyi değil, terfi veremeyiz”, “Üst yönetimin kararı gereği terfi için şu kadar yıl beklemen lazım” gibi cevaplar gelir. Siz “ama ekibimizdeki arkadaş terfi etti” demeye başlarsanız sözünüz kesilir ve susturulursunuz. Böyle durumlarda başka bir asansör beklemek çoğunlukla beyhudedir. Başka asansörün önüne gitseniz de yükselemezsiniz, terfi alamazsınız..

Çünkü anlayın artık: ”Asansör sizin için bozuktur, bozuuuk!”

 

 



24 Şubat 2024

KURUMSAL

 

KURUMSAL

Çocukluğumda sobalı bir evde yaşamıştık. O yıllarda apartman daireleri hariç kaloriferli evler çok fazla değildi. Eylül ayı sonunda ya da Ekim ayı başında sobalar kurulmaya başlanırdı.  Eskiden kışlar erken gelir ve sert geçerdi. Genelde Mayıs ayı ortasına kadar da sobalar kaldırılmazdı. Her ne kadar üstünde kestane pişirmek gibi nostaljik zevkleri olsa da sobayı yakmak, külünü temizlemek ve kömür taşımak kolay işler değildi. Cefası, sefasından fazlaydı.

“Temizlenmeyen soba borularını, kurum sarar!”

Bahar aylarında sobalar ve boruları temizlenip, bir sonraki kış için korunaklı bir yere konurdu. Bazen kışlar fazla sert geçtiği için kışın ortasında bile temizlemek gerekirdi. Borular temizlenmediği zaman dumanı çekmez ve ısı verimi düşerdi. Boruların içinde biriken simsiyah is yığınına “kurum” denilirdi. Bazen borunun içinde 1-2 cm kalınlığında kurum birikirdi.

Boruları temizlemek pis ve zor bir işti. Bazen tel fırça ile bazen de bir sopanın ucuna bağlanan bez parçası ile sürterek temizlenirdi. Borular temizlenmezse, dumanın isi zift şeklinde duvara sızardı. Bu nedenle borular temizlenmeden kaldırılmazdı.

“Kurumsala kiralık, kurumsal olmayana satılık!”

Bazı kiralık işyerlerinde “Kurumsala Kiralık” yazar.

Gerçekten kurumsallık bu kadar önemli midir?

Üniversiteden mezun olduktan sonra bir büyüğümüz bana “Aman kurumsal yerde çalış, maaşın ve çalışma saatin belli olur, sıkıntı yaşamazsın!” diye öğüt vermişti. Onun bu öğüdünü o günlerde pek dikkate almasam da sonradan, belki de farkına varmadan, ya da kaderin bir cilvesi olacak ki, hep büyük organizasyonlarda ve kurumsal firmalarda çalıştım. Özellikle bir tercihim değildi ama sanırım kurumsal firmalarda çalışmaya yatkın bir yapım var sanki..

Kurumsal firmalar; süreçlerin oturduğu, işleyen bir sistemin olduğu, sorumlulukların belirli olduğu, yazılı talimatların aktif kullanıldığı, kimin ne iş yapacağının ve ne işleri yapmayacağının açık biçimde tanımlandığı yerler olarak açıklanabilir.  Kurumsal firmaların çalışan sayısı genelde birkaç bin kişiden oluşur. Departmanlar arası iletişim resmidir ve belli kurallara tabidir.

“Kurumsal firmalardaki sistemlerin borularını kurum kaplayabilir!

Kurumsal firmalar bu kadar güzel niteliklerine ve işleyişlerine rağmen zaman içinde hantallaşır ve iş üretemez hale gelebilmektedir. Süreçlerin işletilmesi için tanımlanan sistemler bir süre sonra tıkanabilir. İşler bu sistemler nedeniyle ya gerçekleştirilemez ya da gerçekleştirilmesi uzun zaman alabilir. Kurumsal firmalarda işleyişi tıkayan kişiler veya bölümler olabilir. Bunların tespit edilmesi ise hiç de kolay değildir.

Tıkanan sistemleri temizlemek için cesaretli ve kararlı bir iradeye ihtiyaç vardır. Bazen keskin kararlar alınmalıdır. Hatta sistem baştan sona yenilenmelidir. Tıkanıklık birkaç birimden ve /veya kişiden kaynaklanıyorsa pansuman çözümler yerine radikal yaklaşımla çözüm aranmalıdır. Kişileri değiştirmek her zaman tıkanıklığı gidermeyebilir. Sürecin tamamı ele alınmalıdır. Çünkü işleyişteki aksaklıklar süreçlerin hatalı veya eksik tanımlanmasından kaynaklanabilir.

“Temizlenmek için bazen kirlenmeniz gerekir!..”

Kurumsal firmalarda temizlik işi zordur, dirençlidir. Tıkanan her noktada temizlenmeye karşı çıkan kişiler ve “güçlü?” mekanizmalar bulunur. Kurumsal firmalardaki borular, o kadar çok kurum bağlamıştır ki her yerinden artık zift akmaya başlamıştır. Bu durumda temizlenmek için kirlenmeniz, işin içine dalmanız gerekir. Eğer temizlik olmazsa zaman içerisinde tüm şirketi duman sarar ve firma tıpkı karbon monoksit zehirlenmelerinde olduğu gibi tatlı bir uykuya dalıp, ölüp gider..

“Kurumsallık rüyasına dalmadan önce sistemlerinizi belli dönemlerde temizleyin..”

 

.