YA BENİMSİN, YA DA KARA TORPAĞIN..
Genç oğlan, sevdiği kız başkasıyla evlenince çılgına döner
ve kızı vurur. Ardından da şöyle seslenir: “Seni benden başkasına yar etmemmm,
ya benimsin ya da kara torpağınnn..” Ardından bir alkış kopar: “helal olsun çocuğa,
ölümüne sevmiş!”.. Tipik bir Türk filminden bir sahne olarak düşünebilirsiniz.
Farklı sözlerle ve konularla birçok kere işlenmiştir. “Ya benimsin, ya
toprağın” sözü ünlü arabesk şarkıcısı Ferdi Tayfur’un 70’li yıllarda
bestelediği bir şarkısının ve filminin de ismidir. Sevgi ve öldürmek ne kadar
yan yana gelebilir?!
Burada hiç kimse olayın “nedenlerine”, “niçinlerine”,
“nasıllarına” ve sebeplerine kafa yormak istemez. Kız, başkasıyla evlenemez!
Buna cüret ederse de sonuçlarına katlanır.. Sorgulamaya, detayına inmeye,
gerekçesini öğrenmeye gerek yoktur. “Ya o, ya ben”, o kadar..
Ülkemizde son yıllarda yurtdışına beyaz yakalı göçü
yaşanıyor. Başta mühendis ve doktorlar olmak üzere birçok yetişmiş işgücümüz
Avrupa’ya veya diğer kıtalara gidiyor. Özellikle savunma sanayii firmalarında
ve bunlara bağlı çalışan yan şirketlerdeki yetişmiş mühendislerin birçoğu
Almanya’ya ve Hollanda’ya gidiyor. Deneyimli bir mühendis ve doktor kolay
yetişmiyor. Ancak Avrupa ülkeleri, kendi mühendislerine verdikleri baz ücretleri
teklif ederek, kolayca mühendislerimizi çekebiliyor. Ülkemizin ekonomik
şartları nedeniyle ücretler arasında uçurum oluşabiliyor. Elbette bu da cazip
geliyor.
Bizler aslında buzdağının görünen kısmıyla ilgileniyoruz.
Henüz yurtdışına gitmemiş, gitmek için çabalayan ancak henüz kabul edilmemiş,
istenen şartları sağlayamayan, ilk fırsatta gitmeyi kafasına koymuş birçok
kişi(ler) de bulunmaktadır. Belki de arayışlarının devamında onlar da
gideceklerdir. Ülkemizden gidenlerin çok az bir kısmı geri dönmüş olabilir
ancak birçoğu yıllarca dönmemek üzere ülkemizden ayrılmış durumdadır. Belki de
iş hayatından çekildikleri zaman, emekliliklerini yaşamak için döneceklerdir.
Büyük bir yatırım kaybı, ciddi bir sorun..
Bunun birçok nedenleri, niçinleri, sebepleri var. İşte bunlardan birkaç
örnek paylaşacağım.
Öncelikle kazanılan maaşlar ile satın alma gücünün aynı
oranda artmaması önemli bir neden. Artık ne kadar zam yapılsa bile aradaki
farkı kapatmak kolay değil. Yüksek maaşları da şirketlerin taşıması imkansız.
Kısır bir döngü oluşmaktadır. Şirketlerde personellerin kariyer yolu üzerindeki
pozisyonlara liyakat usullerine göre atama yapılmaması da bir diğer neden.
Çalışanın kendisini aday gördüğü bir pozisyona, liyakat sahibi olmayan tepeden
inme birisinin getirilmesi tüm umutlarını tüketmektedir. Yetişmiş çalışanlar
önlerinin kapandığını düşünerek, arayışa geçmektedirler. Kendilerini teknik
anlamda geliştiremeyeceklerini düşünmeleri de bir başka neden. Birçok çalışan
rutine girdikleri çalışma hayatında, yeni teknolojileri ve yeni çalışma
alanlarını deneyimleyebilmek için yurtdışına gitmek istemektedirler. Günümüzde
insanlar artık yıllarca aynı işi yaparak hayatını kazanmayı anlamsız
bulmaktadır. Sürekli gelişim için firma içinde rotasyonlar ve farklı
görevlendirmeler yapılması gerekmektedir. Bunun dışında başka birçok neden daha
sayılabilir.
Bütün bu sebeplerin detaylarına inilmeden, çözüm için
çalışmalar yapılmadan; sırf ülkemizi terk ettikleri için çalışanları suçlamak
en basit ifadeyle kolaycılık olacaktır. Yurtdışına gidenleri engellemeye
yönelik yasaklar, engeller ve korkular ise ters tepecektir. Belki de süreci
daha da hızlandıracaktır. Olayın “nedenlerine”, “niçinlerine”, “nasıllarına” ve
sebeplerine kafa yormadan “ben yetişmiş personelimi kimseye kaptırmam” diyerek
yaklaşılmamalıdır.
Bu sorunun çözümü için kolektif bir akla ihtiyaç vardır. Bir
kurumun, bir firmanın, bir kişinin tek başına çözüm üretebileceği kadar basit
bir sorun olmaktan çıkmış durumdadır. Çözüm için tek bir yöntem yerine farklı
argümanlar geliştirilmesi faydalı olacaktır.