Translate

Kasım Şen - (Mütehayyil)

iş hayatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iş hayatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

08 Nisan 2025

İyi personeli bulmak zor, kaybetmek kolay!

 


İyi personeli bulmak zor, kaybetmek kolay!

Sosyal medyada, özellikle Linkedin ortamında, herkes süper yetkinliklere ve yeteneklere sahip! İnanılmaz bir "iyi eleman" potansiyeline sahibiz.. Bu İK'cıların işi de çok kolay canım(?!) Bu kadar süper elemanların arasından tuttuğunu getir, ekibe kat! Neden o kadar uğraşıyorsunuz ki(?!)

Bardağı masadan kaldırıp, mutfağa götüren de süper personel!
Bardağı tasarlayan, geliştiren, üreten, pazarlayan, satışını yapan da süper personel!

Vay canına!..

O zaman birilerinin şu soruya cevap vermesi gerekiyor: "Hem iş arayan çok, hem de eleman arayan çok!"

Yoksa, aralarında uçurumlar var da birbirilerini mi bulamıyorlar? Birbirlerine kavuşmak için bu kadar can atarken, neden iyi personeller, iyi şirketlerle buluşamıyorlar?

Çünkü hepimiz biliyoruz ki, beyaz yalanlar da birgün kirleniyor!..
Çünkü iyi personeli bulmak zor, kaybetmek kolay!

Çok arıyoruz, tez kaybediyoruz!

Neyse, haydi hayırlı işler..


14 Haziran 2024

SARI ÖKÜZ



SARI ÖKÜZ

Sarı öküzün hikayesini bilir misiniz? Sanırım pek çok kişi bir yerlerden duymuştur veya okumuştur. Ben yine de bilmeyenler için kısa bir şekilde anlatmaya çalışayım.

Otlakların birinde, bir öküz sürüsü yaşarmış. Çevredeki aslan sürüsünün de gözü öküzlerdeymiş. Ancak, öküzler saldırı anında bir araya geldiği zaman, aslanların yapacak bir şeyi kalmazmış. Bu yüzden küçük hayvanlarla beslenmek zorunda kalan aslanlar, iyi beslenemediği için bir çare düşünmüşler. Aslanlar, beyaz bayrak çekmiş ve öküz sürüsüne yanaşmışlar. Öküzlerle tatlı dille konuşmaya başlamışlar:

-“Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün, buraya sizden özür dilemek için geldik. Biliyorum, bugüne kadar sizlere zarar verdik ama inanın ki, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o sarı öküzde. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de, barışseverliğimizi unutuyor ve saldırganlaşıyoruz. Sizinle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, sizde kurtulun ve yine barış içinde yaşayalım”.

Boz Öküz ve heyeti bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı Öküzü aslanlara vermişler. Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, bu kez Uzun Kuyruğu istemişler. Öküzler, bu defa Uzun Kuyruğu teslim etmişler. Bu olay her seferinde farklı bahanelerle sürekli tekrarlanmış. Sayıları azaldıkça sonunda öküzler zayıflamışlar. Öküzler, birer birer aslanların pençesinde can verirken, geriye birkaç öküz kalmış. İçlerinden biri liderlerine,

-“Ne oldu bize, nerede kaybettik bu savaşı? Oysa, vaktiyle ne kadar güçlüydük” diye sormuş.

Öküzlerin lideri, gözleri nemli şekilde

-“Biz”demiş, ”Sarı Öküzü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı. Sarı Öküzü vermeyecektik…”

“Her taviz, bir sarı öküzdür!”

Bazı yöneticiler bazen küçük bir çıkar için, bazen de koltuklarını korumak için küçük küçük tavizler vermeye başlarlar. Bu tavizler kimi zaman bir personel olur, kimi zaman da bir değer, bir erdem olabilir. Zaman içinde bu küçük tavizlerin yerini büyük fedakarlıklar ve büyük kurbanlar alır. İşte o noktada yöneticiler tüm iradesini ve gücünü yitirir. Çünkü tavizler verdikçe, daha fazlası istenilecek, daha da fazlası talep edilecektir. İlk başta talep edilen küçük tavizler karşısında dik duruş sergilemiş olsalardı, bu durumla karşılaşmayacaklardı.  

“Bir kereden çok şey olur!”

İş hayatında verilen sarı öküzlerin ilk mazereti “bir kereden bir şey olmaz, canım” şeklindedir. Öyle ya, ufak bir taviz vermekle çok şey kaybedilmez! Ancak işin sonu öyle değildir.

-Bir çalışan için tüm ekibi küstürmeyi göze almak;

-Koltuğunda bir gün daha fazla oturabilmek için ekibine yapılacak saldırılara (mobbing) göz yummak, sessiz kalmak;

-Yöneticisine şirinlik yapmak için personelini küçük düşürmek;

-Cüzdanını vicdanından ön planda tutmak;

-Herkese mavi boncuk dağıtırken, adaleti unutmak;

-Ben ne yaparsam yapayım, sıkıntı olmaz diye düşünmek;

-Herkes etrafından bir bir kaybolurken bile farkına varamamak, görmek istememek;

İşte bunlar verilen birer sarı öküzdür. Bir kereden çok şey olur, alışkanlık olur..

“Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez?!”

Siz sarı öküzleri verirken, onları çığlıkları her yere yayılır aslında. Ancak duymazsınız, duymak istemezsiniz. Her bir taviz ardından koskoca bir feryat, bir figan bırakır. Kaz gelecek diye tavuk esirgemeyenler, sarı öküzleri de hiç esirgemeden kolayca kurban edecektir.

Ekiplerde kurban verilen sarı öküzlerin bıraktıkları boşluklara bir gün o yöneticiler düşmeye başlayacaktır. Her bir çukura düştükçe, verdiği tavizler aklına gelecektir. Ve asıl kaybettiği günü hatırlayacaktır. Ancak artık nafile!..

Şiir:

Bu konuyu geçmişte yazdığım bir şiirim ile bitireyim:

SARI ÖKÜZ (25.05.2017)
Kendimi, hemen ele verilecek,
gözden çıkarılacak
sarı öküz gibi hissediyorum..
 
sadece his değil,
düpedüz sararmış bir halde
sürüden gidecekmişim gibi
hazır bekliyorum..
 
saçlarım sarı mı?
değil!..
tenim: buğday kırmızısı
ama yine de
bu sürüde sarı öküzüm,
bekliyorum gözüm..
 
oturup karar vermişler,
azgın, aç aslanlara
verilebilecek tek diyet
kime niyet, kime kısmet
sarı öküzü feda etmişler..
 
şimdi, benden sonra
sıra kimde?

 



25 Mayıs 2024

ZÜĞÜRT AĞA-3 (KEKEÇ SALMAN)


ZÜĞÜRT AĞA-3 (KEKEÇ SALMAN)

Züğürt Ağa filmi iş hayatına örnek olabilecek çok fazla konu ve karakter içermektedir. Bunlardan bir diğerini sunmaya devam ediyorum. Önceki yazımızda köy halkına verilen cennet tapusunu ve buna bağlı olarak çalışanlara vaat edilen cennetlerden bahsetmiştim. Bu yazımda filmin ağadan sonra en önemli karakteri olan Kekeç Salman’ı ele almak istiyorum. Erdal Özyağcılar tarafından başarıyla canlandırılan bu karakter, hayatımızın birçok noktasında karşımıza çıkması muhtemel tiplerden birisidir.

Kekeç Salman’ın hikayesi köyünden kovulup; karısı, kız kardeşi ve çocuğu ile ağanın köyüne sığınmasıyla başlar. Önceki köyden de zaten kötü işler yaptığı için kovulmuştur. Elinden hiçbir iş gelmemektedir. Ancak kendisini ağaya acındırarak sığındırır. Ağa çocuğuna ve ailesine acımıştır. Basit işler yapması için yanında kalmasına izin vermiştir.  

“Merhametten maraz doğar!”

Kekeç Salman, ağanın yanına yerleştikten sonra köylüleri (marabaları) ağaya karşı kışkırtmaya başlar. Kuraklık nedeniyle hasat az olmuştu ve ağa tarafından köylülere verilen pay da azalmıştır. Kekeç Salman marabaların haklarını almaları gerektiğine inandırarak, bir gece vakti tahıl ambarını soyarlar. Ağa tüm varını, yoğunu yitirmiştir. Marabalar da köyden şehre gitmişlerdir. Sonunda ağa da her şeyini satıp, İstanbul’a taşınır. Hikaye bu şekilde devam eder.

Ağanın acıyıp yanına aldığı kişi, ağanın ocağına incir ağacını dikmiştir. Yine önceki köyde yaptığı kötülüğü yapmıştır. Ağa, Kekeç Salman’ın geçmişini iyi araştırmadan, sorgulamadan evinin içine kadar sokmuştur. Bu durum kendi sonunu hazırlamıştır.   

“Huylu huyundan vazgeçmez..”

İnsanların karakterleri belli bir yaşa kadar olgunlaştıktan sonra pek fazla değişmez. Bu nedenle iş hayatında teknik yetkinlikler dışında çalışanların karakterleri de oldukça önemlidir. Üstün becerilere sahip olsa da kötü bir karaktere sahip kişiler her zaman işine ve çevresine zarar verirler. Çünkü ne kadar çok iyi eğitim alsa da, ne kadar çok tecrübeli olsa da kişinin karakteri bir süre sonra gerçek yüzünü ortaya çıkaracaktır.

Peter Schutz, Porsche CEO (1981-1986) tarafından söylenen şu söz çok doğrudur: “Karakteri işe alın, yeteneği eğitin.” İşe alım süreçleri bu sebeplerden dolayı çok önemlidir.  Karakter sahibi olmayan birisini ne kadar eğitseniz de karakterini değiştiremezsiniz. Günümüzde artık işe alım sırasında birçok firmada kişilik testleri yapılmaktadır. Bunlar belli bir ölçüde kişinin karakteri, huyu ve davranışları hakkında bilgi verebilmektedir. Ancak yine de insanlar bazı kötü huylarını, kötü düşüncelerini ve sinsi hesaplarını gizleyebilmektedir. Bazı deneyimli işe alım uzmanları bu kişilerin yalan söylediklerini ve gerçek kimliklerini gözlemleyebiliyorlar. Elbette bu zaman içinde kazanılan bir yetkinlik.

İşe alım sırasında yapılan teknik mülakatlar kişinin yetkinliğini yani işi yapmak konusunda ehliyetinin olup olmadığını ortaya koyar. Kişinin o işe ve firmaya layık olup olmadığını yani kişinin liyakatının olup olmadığını ise diğer görüşmeler ve testler ortaya koyacaktır.

“Bir kötünün yedi mahalleye zararı vardır”

Karakteri kötü kişiyi işe almanın zararı sadece o kişi ile sınırlı olmayacaktır. Zaman içinde ekibin içindeki diğer kişileri de ayartacak, kandıracak ve kendi kişisel amaçları doğrultusunda kışkırtacaktır. Bir kişi nedeniyle tüm ekibi hatta tüm şirketi kaybetmek durumuyla karşılaşılabilir. Dolayısıyla işe alım sırasında “kötü birisi çıkarsa, işten atarım, gönderirim” gibi bir yaklaşım doğru olmayacaktır. O kişi ile birlikte birçok iyi çalışanı da kaybedebilirsiniz.

Aynı zamanda karakteri güçlü, şirketine bağlı ve iç motivasyonu yüksek çalışanları da kaybetmemek, onları sonradan alınan kötü karakterli kişilere tercih etmemek de gerekir. Ne kadar tecrübeli ve yetkin olsalar da elinizdeki iyileri onlara kurban etmemelisiniz.

Sonuç olarak atalarımızın bu sözü çok gerçekçidir:

“Eşeğe altın semer vursalar yine eşektir”



04 Mayıs 2024

GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI ZOR?

 

GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI ZOR?

Türk sanat müziğinin benim de çok beğendiğim bir şarkısının sözleridir:

“Gitmek mi zor?
Kalmak mı zor?
O sabahı sen bana sor
Ayrılığı sen bana sor”

Özellikle Zeki Müren tarafından oldukça güzel yorumlanmıştır (*). Sözleri pek anlamlıdır. Her ne kadar iki sevgilinin ayrılığını dile getirmiş olsa da genel olarak tüm ayrılıklar için geçerlidir. Benzer ayrılıkları iş hayatında da yaşamaktayız. Elbette sevdiklerimizle yaşadığımız ayrılıklar gibi derinden etkilemese de nihayetinde bir yeri terk etme, uzaklaşma, bırakıp gitme olduğu için başka türlü etkileri olabilmektedir.

Günümüzde, iş hayatında duygusal olmanın gerekli olmadığı, ayrılıklara da profesyonel yaklaşılması önerilmektedir. Aslında haklı bir görüştür. Karşılıklı anlaşmaya/sözleşmeye ve alışverişe dayalı bir akit olması nedeniyle duygusal yaklaşmak anlamsız görülebilir. Ancak insani erdemlerimiz nedeniyle bulunulan mekanla veya işyerleri ile duygusal bağ kurmamız da garip bir durum değildir.

Şirketlerden çalışanların neden ayrıldığına veya ayrılmak istediğine dair pek çok araştırma yapılmıştır. Ücret politikası, terfi şartları, gelişim imkanları, yan hizmetler, eğitim ve çalışma ortamı gibi pek çok kriter bunun nedeni olabilmektedir. Ancak ayrılıkların nedeni sadece tek bir nedene bağlanamaz, birkaç sebebin oluşması gerekmektedir.

Her şeyin mükemmel olduğu, tüm çalışanların üst seviyede memnun kaldığı işyeri yoktur. Bu bir ütopyadır. Her şirketin bir diğerine göre artıları ve eksileri vardır. Bir işyerinde iyi olan bir şey, başka bir işyerinde yetersiz olabilir. İşyerinden büyük beklentiler nedeniyle ayrılanlar genelde hüsrana uğrarlar. O bardak hiçbir yerde ne tam olarak dolacaktır, ne de bomboş olacaktır.

İşyeri değiştirmek alınması çok zor bir karardır. Gitmek mi yoksa kalmak mı daha doğru olacaktır? Bazen bunun cevabı çok kolay olabilir. Çalışma şartları dayanılmaz hale gelince ayrılık kararı almak çok kolaydır. Ancak yine de ayrılık kararı sonrası oluşacak belirsizlikler insanı ürkütecektir. Hatalı bir kararın bazen geri dönüşü olamayacaktır. Pişmanlık duyulsa da artık çok geçtir, geri dönülemez.

“Kararlılık” bu konuda yapılması gereken en doğru şeydir. Gelgitler yaşamak yerine bir karar alıp, ilerlemek en doğrusudur. Gitmeye karar verince fazla düşünülmemelidir, ayrılmak en iyisi olacaktır.  Ayrılık sonrası yaşanılacak zorluklar, duygusal depresyonlar ve belirsizlikler zaman içinde kaybolacaktır. Ancak yine de hafızalarda kalan hatıralar hüzünlendirecektir.

O halde şarkımızın sözlerine devam edelim:

"Sormamışsın hiç kimseden
Pek üzgünmüşsün giderken
Aramış durmuşsun beni
Kimseye belli etmeden.."

 

(*): Dinlemek için https://www.youtube.com/watch?v=ChCK04zxvp0

 




13 Mart 2024

BOZUK ASANSÖR


BOZUK ASANSÖR

Türk sinemamızın önemli filmlerinden birisi de “Namuslu” filmidir. Namuslu, yönetmenliğini Ertem Eğilmez'in yaptığı ve başrolünde Şener Şen'in oynadığı 1984 yapımı Türk komedi filmidir. Şener Şen'in ilk başrol oynadığı filmdir. Filmin birçok akılda kalan sahnesi vardır. Ancak filmin ana konusu dışında bazı özel kareleri de vardır.

“Bazı asansörler belki de sadece size bozuktur!”

Filmin bir karesinde üzerinde “Bozuktur” yazısı bulunan asansör vardır. Bu yazı genel müdür gelince yerinden kaldırılmaktadır. Genel müdür dışında tüm çalışanlara bu asansör bozuktur. Sadece genel müdür kullanabilmektedir. Filmin teatral kurgusu gereği belki böyle bir abartı yapılmış olabilir. Ancak gerçek hayatta da sadece birilerine hizmet eden ekipmanlar, araçlar ve kişiler vardır. Ya da, bazı şeyler sadece size bozuktur, başkalarına sağlamdır. Başkalarının kullanabildiği ekipmanları sizin kullanmanıza izin vermeyebilirler. Başkaları için her şeyini ortaya koyan kişiler sizin için nice nice zorluklar çıkarabilirler. Hayatınızda, mutlaka sadece size bozuk olan bir asansör vardır elbette..

“Kariyer yolunda farklı tipte asansörler vardır!”

İş hayatında da birçok asansörle karşılaşırız. Bunların bazıları yavaş yükseliyor, bazısı ise çok hızlı. Kimin hangi asansöre bindiğini bilemiyoruz. Birileri kariyer yolundaki kademeleri ışık hızında yükselerek atlarken, bazıları ise aynı yerinde yıllarca kalabiliyor. Terfi zamanı gelince başkalarına açık olan kapılar bir anda sizin için kapanıverir. Sizin bineceğiniz asansöre bir anda “bozuktur” yazısı asılır. Öylece o pozisyonda kalırsınız ve yıllarca asansörün önünde beklersiniz.

“Yassahhh gardaşım yasssaaahh!”

Kamu kurumlarında veya hastanelerde kapıdaki görevlilerden bu sözü sıkça duymuşsunuzdur. Gitmek istediğiniz yere giriş iznini almak için bu kapıdaki iri yapılı ve çoğunlukla pos bıyıklı, sert yüzlü ve aksanlı konuşan görevliyi aşmanız gerekir. Siz ne kadar girmek için ısrar ederseniz edin, alacağınız cevap aynıdır: “Yasak kardeşim yasak!”

Aynı durum işyerinizdeki kariyer yolu asansörünün önünde bekleyen görevliler için de geçerlidir. Sizin terfi alma zamanınız gelince türlü türlü engeller çıkarılır. “Bu yıl olmaz, seneye yaparız”, “Ekibinizdeki şu arkadaşın bu yıl yüksek performansı vardı, seneye sen de aynı performansı gösterirsen terfi edebilirsin”, “Bu sene yöneticilik kadromuz yok, gelecek yıl açılmasını bekliyoruz”, “Bu dönemki mali durumumuz iyi değil, terfi veremeyiz”, “Üst yönetimin kararı gereği terfi için şu kadar yıl beklemen lazım” gibi cevaplar gelir. Siz “ama ekibimizdeki arkadaş terfi etti” demeye başlarsanız sözünüz kesilir ve susturulursunuz. Böyle durumlarda başka bir asansör beklemek çoğunlukla beyhudedir. Başka asansörün önüne gitseniz de yükselemezsiniz, terfi alamazsınız..

Çünkü anlayın artık: ”Asansör sizin için bozuktur, bozuuuk!”

 

 



21 Ocak 2024

BİZİM İNSANIMIZ

 

BİZİM İNSANIMIZ..

Bizim insanımız böyledir işte:


** Proje ekipleri çay içerken, sigara içerken proje dışı konuları konuşup, geyik muhabbeti yaparlar. Projeyle ilgili konuları "toplantılarda" konuşurlar..

** Herkes başkasının yaptığı işi kendisinin daha iyi yapacağını düşünür. Hele ki bu proje yöneticiliği ise, herkes "üstad" kesilir. Buyur, gel otur koltuğa arkadaş!

** Herkes tarafından sevilen birisi olmak istiyorsan; proje yöneticiliği yapma! Dondurma sat veya şirkette başkalarının hakkında dedikodu yap!

**Her insan aynı değildir! Hatta her insan her gün bile aynı değildir! Hesabını insanın ruhiyetine göre değil, işin olması için yap!..

** Her gün birilerinin dedikodusuna laf yetiştirmeye çalışırsan; proje yöneticiliği yapmaya vaktin kalmaz! Bırak taşlar cebinde kalsın, işimiz şeytanları taşlamak değildir!..


16 Ocak 2024

KOMŞUNUN TAVUĞU

 

KOMŞUNUN TAVUĞU..

Entropi, çoğunlukla bir sistemdeki rastgelelik ve düzensizlik (kaos) olarak tanımlanır ve istatistikten teolojiye birçok alanda yararlanılır. Bu kanunun en güzel tariflerinden bir tanesi de "Evrende her şey, kendini minimum enerji ve maksimum düzensizliğe çekmek ister." şeklindedir. Günümüzde şirketlerin işgücü kaynağı da yüksek bir entropi(düzensizlik) değerine sahip durumdadır. Ciddi şekilde çalışan (personel) kaosu yaşanmaktadır. Firmaların İşgücü Devir Oranı (turn over rate) çok yükselmektedir. Çalışanların bir şirkette uzun süre çalışma süreleri gittikçe azalmaktadır.

Pekala, bütün bu kaosun nedeni sadece çalışanların işini ve çalışma şartlarını beğenmemeleri midir?

Bunu söylemek, sorunu önemsizleştirmekten başka işe yaramayacaktır. Eskiden “giderse gitsinler, kapımda bekleyen yüzlerce kişi var” anlayışı hakimdi. Bu nedenle çok da dert edilmiyordu. Elbette iş değişikliği kararını veren sonuçta çalışanın kendisidir. Ancak birikmiş sebepleri detaylı incelemek gereklidir. Hiç kimse canının sıkıntısından veya beyhude bir heves uğruna işini, emeğini ve birikimini bırakıp gitmek istemez.

Bir diğer husus ise firmaların, başka firma personellerini gözünde büyütmesi ve onları kendi personellerinden daha iyi görmeleridir. Yani atasözünde belirtildiği üzere, komşunun tavuğunu kaz olarak görme çabasıdır. Hatta bazı firmalar “Bak, X firmasından adam çektik” diye övünç kaynağı bile yaratabilmektedir. Bütün firmalar başkalarının personelini kapma veya kopartma peşinde koşunca da piyasada kaos oluşmaktadır.

Artık öyle bir durum oluştu ki, futbolcu transfer borsaları gibi personel kapma borsası oluştu. Piyasanın güçlü ve tanınmış firmalarındaki personellerin kendi reklamlarını yapmalarına bile gerek yok! Çünkü ne kadar yetersiz olursa olsun, X firmasından geliyorsa, iyidir zaten diye bir anlayış var. X firmasının kovduğu personeller bile iyice araştırılmadan, incelenmeden gözü kapalı rakip firmalara alınabiliyor. Firmalar ellerindeki personelin değerini tam bilmeden, başkalarını yüceltebilmektedir.

Sonuçta ne oluyor? Kendi personeli küsüyor, arayışa geçiyor. O personel ayrılırken arkasından birkaç kişiyi daha yanında götürüyor. Bu döngü böyle devam edip duruyor. Tam bir “doldur-boşalt” sistemi işliyor. Kazlar ve tavuklar ortalıkta koşturuyor!

Bu kaos ortamında olan projelere ve proje yöneticilerine oluyor. Ekip sık değiştiği için ne gerçekçi planlamalar yapılabiliyor ne de hedefler tutturulabiliyor. Bir personelden tam verim alınacağı zamanda, başka bir firmaya gidiyor. Yerine başka firmalardan alınan personel de bir şeyler yapabilecek hale gelince o da başka yere geçiyor. Her bir personel değişiminde elbette projelerdeki işler de aksıyor veya duruyor.

Mazeretimiz de hazır elbette: “Malum piyasa şartları, elimizde personel tutamıyoruz!”

Bu kaosu yaratan da zaten firmaların kendi anlayışları ve yaklaşımları değil mi?  Sözümüzü Barış Manço’nun Kazma şarkısının sözleriyle bitirelim..

 “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür dersen

Kaz gelen yerden tavuğu esirgemezsen

Bu kafayla bir baltaya sap olamazsın ama

Gün gelir sapın ucuna olursun kazma”

 




18 Şubat 2023

SIKTI MI CANINI

 


SIKTI MI CANINI!

Seksenli yılların sonuna doğru arabesk ve taverna müziklerinin popüler olduğu dönemde şarkıcı Arif Susam tarafından söylenen ve oldukça meşhur olan bir şarkı vardı: “Sıktı Mı Canını”. Şarkı sevgilisinin canını sıktığı zaman kovup, başka birisini kolayca bulabileceğini anlatmaktadır. Sözleri pek manalı olan bu şarkıya dayanarak sevgilisini bırakıp, başkalarını aramaya kalkan var mıdır? Bilemiyorum. Doğru bir hamle olacağını sanmıyorum. Nakarat sözleri şöyledir:

“Sıktı mı canını, sıktı mı?
Kov gitsin, unutursun.
Aramaya kalktın mı
daha neler bulursun.”

Aşk hayatında olduğu gibi iş hayatında da canımızı sıkan çok şeyler oluyor. Bazı kişiler bizi işten bezdiriyor, soğutuyor ve hatta bunaltıp, kaçırtıyor. İş hayatında herkesle mükemmel bir uyum içerisinde, hiç sıkıntı yaşamadan çalışmanın imkanı yok. Mutlaka çatışmalar ve tartışmalar oluyor. Rekabet içinde olan kişiler arasında bunların olması beklenen bir şeydir.

 “Acı patlıcanı ve sıkılan canı, kırağı çalmaz!”

Bir diğer durum ise, ast-üst ilişkisi içerisinde olan kişiler arasındaki çatışmalar sonucunda ortaya çıkan sıkıntılardır. Yöneticiler de bağlı çalışanlarıyla sıkıntılar yaşayabilir. Bazen birbiri arasında sorun yaşayan çalışanlar arasında hakemlik, arabuluculuk görevi üstlenebilirler. İşte bu durumları yönetmek, bir yöneticinin önemli görevidir. Ancak pek kolay olmayan bir görevdir. Tecrübeli yöneticiler bu durumlara aşina olduğu için onlar olayı ve sonuçlarını iyi yönetirler ve en az hasarla atlatırlar. Böyle yöneticiler her zaman bunlara hazırlıklıdır ve önceden önlem almaya çalışırlar.

 “Acemi katır, kapı önünde yük indirir!”

Yeni yöneticiler veya yöneticilik yapma vasfı olmadığı halde yönetici olanlar, personeliyle çatışma halini de iyi yönetemezler. Çoğu zaman polemiğe girerler veya personelleri arasında taraf tutarlar, birisini diğerine kayırırlar. Astlarından gelen her sorunu kendisine yapılan bir hakaret olarak algılayıp, kişiselleştirir ve sorunu çözmek yerine daha çözümsüz hale getirirler. Bazen de kolaycılığa kaçıp, personelini kovmaya veya ekibinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Çünkü onların canını sıkan kişi ile çalışmaya devam etmenin pek de anlamı yoktur.

 “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar!”

Bazı çalışanlar cesaretlidir ve gerçekleri olduğu gibi yöneticilerine söyleyebilirler. Kral çıplak demekten korkmazlar. Kimi yöneticiler bu durumdan rahatsız olmazlar ve ekibini bu konuda cesaretlendirirler. Ancak çoğu yöneticiler gerçeklerin yüzlerine apaçık söylenmesinden hoşnut olmazlar. Bazen anlık tepki gösterirler, bazen de kin de beslerler. Fırsatını buldukları anda da öç alırlar. Personeli kovmak için kendilerince argümanlar üretirler. Performans düşüklüğü, iletişim bozukluğu, işleri zamanında yapmama gibi gerekçeler ortaya koyarlar. Kısacası mobbing yaparlar. Çalışanlar da bu durumu gördükleri zaman politik davranmaya başlarlar ve gerçekleri gizlemeye, saklamaya çalışırlar.

 “Elimi sallasan ellisi, başımı sallasam tellisi”

Yöneticiler canını sıkan personellerini kovduktan sonra arayışa geçerler. Onlara göre personel bulmak kolaydır, herkes o şirkette çalışmak için can atıyordur. Her şey bir eleman ilanına bakıyordur. Hatta insan kaynaklarının elinde yüzlerce özgeçmiş vardır ve hemen birisini bulup, getirebilirler. Çünkü piyasada çok işsiz insan vardır. Ya da işinden memnun olmayan çalışanların kolayca aklını çelip, kendi firmasına çekebileceklerdir.  Onlara göre her şey bu kadar basittir. Bu nedenle bir çalışan canını sıkınca, onu hemen kovmalı ve yerine başka birisini getirmelidir. Canını sıkan ile çalışmaya devam etmek, onu tekrar kazanmaya çalışmak, zorlamak aslında beyhude bir çaba olarak görülür.

“Arayan Mevla'sını da bulur, belasını da”

Ancak günümüzde iyi personel bulmak kolay değildir. Çünkü artık iş hayatında etkin olan “Y” ve “Z” nesli geçmiş nesillerden farklı düşünmektedir. Eskiden insanlar için sigortalı bir iş olması, yaşayabilecek kadar maaş olması ve yol ücretinin karşılanması yeterliydi. Bunlar olduğu zaman insanlar uzun süre bir şirkette çalışmaya devam ediyordu. Günümüzde korku ve tehdit yönetimi yerine motivasyon ve teşvik odaklı yönetim biçimi yaygınlaşıyor. Ast-üst ilişkisi yerine liderlik ve işbirliği öne çıkıyor. Artık sadece iyi maaş verilmesi çalışanların kalıcı olması için yeterli sebep değildir. Yöneticilerin artık bunların farkında olması gerekiyor. Öyle her canını sıkan çalışanı kovmak, kurtulmak düşüncesinden uzaklaşmalılar. O çalışanın yerine birisini bulmak kolay değildir. Diyelim ki, kolayca birisini buldular, o zaman da o kişinin iyi birisi olup olmayacağı da belirsizdir.

Elbette çalışanların da kovulmasını gerektiren durumlar oluşabilir. Şirket çıkarlarına bilerek zarar veren, işlerini bilerek aksatan veya çalışma ortamını geren, zorlaştıran çalışanlar olabilir. Bunlar için gerekli uyarılar yapılmalıdır. Ancak asıl amaç çalışanları kaybetmemek üzerine olmalıdır. Aksi halde doldur-boşalt düzeniyle işleyen iş yerlerinde başarı elde edilemez. Çalışanı kazanmak için zorlamalıdır. Bütün bu çabalara rağmen çalışanların ayrılması durumu olursa da artık yapılabilecek şey kalmamıştır.


Bir yönetici olarak;
İşten ayrılma isteği ile gelen bir çalışanınıza sağlayabileceğiniz imkanları ve şartları düşünün!
Örneğin maaş artışı, terfi, yan haklar, diğer bölüme rotasyon vs. vs.  Ya da hiç bir şey yapmamak..
 
Güzel..  Haydi hemen şimdi yapın. Yoksa yarın çok geç olabilir!


31 Aralık 2022

İSTİF(R)A

 



İSTİF(R)A

Ülkemizde son yıllarda gerek yurtiçindeki şirketler arasında gerekse de yurtdışına gidenler nedeniyle istifa dalgası yaşanıyor. Şirketler ellerindeki insan kaynağını koruyabilmek için çeşitli argümanlar kullanmaya çalışsa da başarılı olamıyorlar. İstifalar bazen de "sessiz" olabiliyor. Çalışanlar küsebiliyor, işlerini yavaşlatabiliyor. Bütün bunlara rağmen işten ayrılmalar, iş değiştirenler de çok fazla.

Günümüz yöneticilerinin bu "istifa" gerçeğini artık anlaması gerekmektedir.

Yetişmiş işgücünün kaybı sonucunda sürekli olarak boşalan yerlere diğerleri geçiyor, onların boşalttığı yerlere de başkaları.. "Doldur-Boşalt" şeklinde bir işgücü akışkanlığı ortaya çıktı.

İstifa etmek elbette bir haktır, engellenemez. Ancak istifa ederken istifra edenler yani içindekini kusanlar da oluyor. Haksız yere yöneticilerini, çalışma arkadaşlarını veya masum bir çalışanı suçlayarak ayrılanlar, içlerindeki zehri kusarak gidiyorlar. İstifa etmeyi kafasına koyduktan sonra geçmişte yaşananları haksız bir şekilde üst yönetime, arkadaşlarına veya başkalarına anlatarak suçluyorlar, aslında istifra ediyorlar..

Bu bazen "iftira" boyutuna kadar çıkabiliyor. "İstifa", "iftira" ve "istifra" ne kadar da benzer ses akustiğine sahip kelimeler, değil mi? Hepsi Arapça kelimeler ve farklı anlamları var. Ancak günümüz iş hayatında bu üç kelime birlikte dolaşıyorlar. Kahve sloganı gibi "üçü bir arada".. İftira at, istifra et, istifa et..

Bu yanlış bir davranıştır. Kısa süreliğine zevk verse de uzun dönemde zararları olacaktır. Profesyonelliğe yakışmaz! Kişiliksizliktir, değersizliktir ve onursuzluktur..

Yazımızı bir anekdot ile bitireyim:

Voltaire ölüm döşeğindedir; papaz çağrılır. Din adamı duasını tamamladıktan sonra Fransız yazardan şeytanı lanetlemesini ister. Voltaire yanıt verir : "Papaz efendi, bence şu an, düşman kazanmak için iyi bir zaman değil…"

"Giderken, şeytana bile sırtını çevirmeyeceksin..."


03 Ağustos 2022

FAHİŞE



 

FAHİŞE

Durun! Başlığa bakıp tedirgin olmayınız. Konu bildiğiniz gibi, düşündüğünüz gibi değil. Bambaşka bir bakış açısına yöneliktir.


İş hayatında çok değişik tipte insanlarla birlikte çalışırız, çalışmak zorunda kalırız. Ekibimizdeki bazı kişilerle anlaşamayız, bazı kişilerle de çok iyi ilişkiler kurarız. Profesyonel hayatın gereklerine uygun olarak hareket ettiğimiz sürece sorun yok.

Çünkü iş hayatındaki temel beklentilerimizden birisi ve belki de en önemlisi "para" kazanmaktır..

Eğer gönüllü bir faaliyet yapmıyorsak, "maaş" verilmediği sürece hiçbirimiz çalışmaya devam etmeyiz.

Ancak para kazanmanın yanı sıra iş hayatından başka beklentilerimiz de vardır. Örneğin terfi almak, yapılan işten haz duymak, seçkin çalışan olmak, ilerlemek ve etki alanını genişletmek, güç sahibi olmak, ödüllendirilmek vs. gibi beklentilerimiz vardır. 

Ne yazık ki, birçok firmada bu beklentilerin çoğu karşılanmaz ama çalışmaya devam ederiz. Ya aldığımız maaş görece yüksektir, ya da başka bir yerde iş bulma şansımız azdır. Bu nedenle, memnun olmasak da sırf parası için çalışmaya devam ederiz.


Fahişeler de yaptıkları işten zevk almadıkları halde para kazanmak için işlerini yapmaya devam ederler.


Korkmaya, gizlemeye gerek yok, iş hayatımızın bazı dönemlerinde birçoğumuz bu şekilde çalışmak durumunda kalmışızdır. İtiraf edeyim geçmişte bazı dönemlerde ben de bunu yaşadım. Çalıştığım firmalarda yaptığım işten zevk almadığım ancak para kazanmak için katlandığım zamanlarım oldu. 

Şu an çalıştığınız ekiplerinizde benzer durumda olanlar vardır. Bazen bu kişileri tanırsınız, anlayabilirsiniz. Fakat bazıları hiç hissettirmezler, sahte sözlerle işlerini çok zevkle yaptıklarını falan anlatırlar. Gerçek öyle değildir..

İşini tutkuyla yapan ve yaptığı işten zevk alan, haz duyan çalışanlar ise maddi ödülleri çok fazla önemsemezler. Değer görmek, saygı duyulmak ve terfi ettirilmek bu kişiler için daha etkin bir motivasyon kaynağıdır. 

İçinizden "öyle çalışan kaldı mı ki?" diyenleriniz vardır belki de.. Az da olsa birkaç tane kalmıştır, şöyle bir etrafınıza bakın..


Sözümüz meclisten dışarı. Hasb-i hâl eyledik.

Sürç-i lisan etmişsem, affola. Vesselam.



13 Mart 2022

"İş Hayatına" fazla anlam yüklemeyin

 




"İş Hayatına" fazla anlam yüklemeyin..


Onun yerine, -varsa- "eş hayatına", "aile hayatına", arkadaşlığa ve dostluğa önem verin. İş hayatı, sizin verdiğiniz emek ve hizmet karşılığında kazandığınız paraya dayalı bir sistemdir. Yöneticileriniz, patronlarınız da bu üretileni satarak, yine aynı şekilde para kazanmaya çalışmaktadır. Bu kadar basit işte. Fazlasını beklemeyiniz.


"Çalışmak güzel olsaydı, kimse üstüne para vermezdi"


Profesyonel hayatın içindeyiz. İş hayatından beklentilerinizi yüksek tutarsanız, karşılanmayınca mutsuz olursunuz. Çıtayı çok yukarı çıkarırsanız, düştüğünüz zaman acısını fazla hissedersiniz.


İş hayatı elbette zor. Eğer ortada hukuki bir haksızlık yoksa, maaş ve sosyal haklarınızda illegal durumlar yoksa, çok duygusal olmaya gerek yok. Haksızlık olduğunu düşünüyorsanız da kanun ve hukuk içerisinde hakkınızı ararsınız. Sosyal medyada feryat etmeniz, ağlamanız, zırlamanız fayda vermez. Linkedin ağlama duvarı değildir.


Dostluklar da profesyonellikten doğar. Geçmişteki bir çok çalışma arkadaşımla ilerleyen süreçte ilişkilerimiz dostluğa dönüştü. Elbette herkes ile dost olacağız diye bir şey yok. "Anlam" ve "Değer" çok önemli kavramlar. Her şey anlamlı ve değerli değildir. Önemli olan neye "anlam" yüklediğinizdir.


İş hayatında tiatral olmayın..

22 Mayıs 2021

KAFAM YERİNDE..

 



KAFAM YERİNDE..

Yazının başlığına bakarak sakın bunu sarhoş bir halde yazdığımı düşünmeyiniz. Bilinçli şekilde yazılmıştır. Cellatlarla ilgili birçok hikaye anlatılır. Bunlardan bir tanesi gerçekliği bir yana, iş hayatına uyarlanabilecek bir benzetim içermesi açısından güzeldir.

Eskiden bir yerlerde mahkumlar ile cellatlar son gecelerinde birlikte eğlenirlermiş. Sabah da cellatlar, sarhoş mahkumların farkında olmadıkları anda kafalarını keserlermiş. Yine bir sabah mahkumlardan birisi cellada sormuş:"Neden hala kafamız kesilmemiş, yoksa affedildik mi?". Cellat ise :"Hayır ben işimi yaptım, ayağa kalktığın anda kellen düşecek". Gerçekten de öyle olmuş, mahkum ayağa kalktığı anda infazın yapıldığını anlamış.

İş hayatının hızla akan koşuşturmacaları ve mücadeleleri arasında birçok şeyin farkında olamayabiliyoruz. Belki de kafamız çoktan koparılmıştır ancak bizler henüz anlayamamış, idrak edememişizdir. Hala bulunduğumuz konumun, sahip olduğumuz ünvanların, iş çevremizin, dostlarımızın, iş arkadaşlarımızın yerinde olduğunu düşünüyoruzdur. Gerçeği anlamak için, iş dünyasının sarhoşluğundan kendimize gelip, ayağa kalkmamız gerekecektir. İşte o anda kafamız yere düşecektir.

Ve ilginç olan ise; çoğu zaman cellatlarımızla son gecemizi güle oynaya, eğlenerek geçiririz!

Kalın sağlıcakla..


Not: Yazıda kullanılan fotoğraf İstanbul Topkapı Sarayı'ndaki "Cellat Çeşmesi"dir. Osmanlı döneminde cellatlar işini tamamladıktan sonra bu çeşmede kanlı kılıçlarını yıkarmış. Kesilen kafalar ise öndeki ibret taşının üstünde teşhir edilirdi.


01 Mayıs 2021

HAMAMDA KURNAYA AŞIK OLANLAR

 



HAMAMDA KURNAYA AŞIK OLANLAR

Benim çok sevdiğim bir atasözü vardır: "Hamama gidip kurnaya, düğüne gidip zurnaya aşık oldu" diye.. Eskiden bunun benzeri anlamda "maymun iştahlı" deyimi vardı. Bir işi bitirmeden, başka bir konuya atlayan, onu da tamamlamadan bir diğerine geçenler için kullanılır.

İş hayatımızda da bunun gibi çalışanlarla çok karşılaşıyoruz. Bir konuda tam uzmanlaşmadan diğerini öğrenmeye çalışanlar artmaya başladı. Bir süre sonra; her şeyden bir şeyler bilen ama hiçbir şeyi tam olarak bilmeyenler topluluğu oluşuyor. Her gördüğüne, duyduğuna meyleden, göz kırpan kişiler ne yazık ki ellerindeki işleri tamamlayamadan, diğerine geçiyorlar.

Yeni işe başlayanlarda şöyle bir algı, düşünce oluştu: "ABC firmasına bir kapağı atayım yeter!".. "Önce biraz tasarımcılık yaparım, beğenmezsem üretim tarafına geçerim. Orada yapamazsam planlama bölümü var. Okulda ERP dersi almıştım, yaparım herhalde.. Ayrıca İngilizcem de fena değil, belki satın alma departmanına atlarım, ya da belki dış görüşünüm güzel olduğu için iş geliştirmede çalışırım. Ağzım iyi laf yapar, müşterileri kafalarım eyvallah. Orada sıkılırsam da amaaan canım n'olacak sanki, hiç olmazsa proje yönetimine geçerim!.." diye hayal ediliyor. 

İşte durum böyle vahim! 

Sanırım bunun biraz sorumlusu da işe alım sürecindeki yöneticiler. İşe alım sırasında ne iş yapılacağını, nelerden sorumlu olacağını bazen net olarak belirtmiyorlar. İşe alım sırasında pembe tablolar çizen yöneticiler gördüm. Bilgi ve deneyimden daha çok dış görünüş, konuşma şekli veya maaş beklentisine göre karar veren yöneticiler var. Yanlış işe, yanlış çalışan alındığı için de çalışanlar da bir süre sonra bölüm değiştirmeye başlıyorlar.

Elbette, bir konuda uzmanlaşanların daha üst pozisyonlara geçiş yapması beklenen durumdur. Bir çalışanın bütün hayatı boyunca aynı işi yapması beklenemez. Ancak yeterli tecrübe ve bilgi birikimine ulaşmadan diğer işlere öykünülmemelidir.

Hamamdaki kurnanın sıcaklığı, düğündeki zurnanın sesi her zaman güzel olmayabilir!



29 Eylül 2020

İş Namusu

 




İŞ NAMUSU


Hani bir atasözü vardır: "Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış.." diye..

Bir benzeri ise: " Adın çıkmış dokuza, inmez sekize.."


İş hayatında da aynı şeyler geçerli olmaktadır. Birisi sizin hakkınızda bir söz söyler, yapışır kalır. Her ne kadar aksini ispat etmeye çalışsanız da artık o söz üstünüzde kalır..


"Efendim o kişi şöyle şöyle yapar/yapmaz .." diye başlayan bir sözle başlar her şey. Sonra uğraş, uğraşabilirsen! Hele bir de yanına birkaç yandaş bulup, ikna etmişse, vay halinize!


Kuyuya taşla birlikte sizi de atarlar..


Sonra anlat derdini Marko paşaya. Nafile!


Bizim kültürümüzde namus denilince hep cinsel yönden yaklaşılır. "Namuslu/Namussuz İnsan" denilince hep bilindik kavramlar aklımıza gelir..

Bence iş "etiği" gibi entellektüel sözlere gerek yok. Bunun yerine iş "namusu" olmalı..


Kuyuya taş atmadan önce, namus kavramını bir kere olsun düşünmeli..


Namus iki bacak arasında değildir, iki dudak ve iki göz arasındadır. Nasıl bakarsan, nasıl söylersen öyle düşünürsün!

24 Nisan 2020

Hikayeden İşler-8




HİKAYEDEN İŞ'LER-8


"Hikayeden İş'ler" yazı dizimizde bu bölümde bir şemsiye tamircisinden bahsedeceğiz.  Hikaye anlatıcılığın geçmişi meddahlık kültürüne dayanır. Meddah: Geleneksel Türk  Halk Tiyatrosunun türlerinden biridir. Methedici, taklitler yapıp hoş öyküler anlatarak halkı eğlendiren sanatçıya ve oynadığı oyun türüne meddah denir. Arapçada övücü anlamındaki "methetmek" kökünden gelmiştir.Dolayısı ile meddah, metheden öven anlamındadır.  Meddah, kıssahan (Araplarda), şehnamehan (Acem/Fars) ve mukallit (taklit eden) kelimeleri ile eş anlamlı olarak ‎kullanılmıştır.  Meddahlar kasaba kasaba, şehir şehir dolaşarak bazen aynı, bazen de farklı hikayeler anlatırlardı. Anlatımlara gittikleri yörelerden katkılar yaparlardı. Bazen yöresel şiveyi taklit ederler, bazen ise yöredeki bir kahraman üzerinden hikayeler anlatırlardı. 

Meddahlıkta önemli olan, dinleyicilerine keyif vermek, öğüt verici bir hikaye anlatmaktı. Meddah oradan ayrılsa bile uzun süre hikayeleri anlatılmaya, dilden dile aktarılmaya devam ederdi. Günümüze kadar gelen hikayeler vardır. Güzel hikayeleri olan meddahlar civar yerlerden davetler alırlar ve çoğunlukla gezgin bir hayat yaşarlardı. Anlatılan hikayenin etkisi ile birlikte meddahın anlatım şekli de tercih sebebi olmuştur.


ŞEMSİYE TAMİRCİSİNİN İŞİ NEDEN ÖNEMLİDİR? 


*********************************************************************************
Küçük bir kasabada seyyar  şemsiye tamircisi, yol kenarında küçük bir kutu üzerine oturmuş, arızalı şemsiyeleri tamir ediyordu. Adam, tamir edilecek kısımları dikkatle ölçüyor, itina ile yama koyuyor, telleri birer birer deneyerek güçlendiriyordu.

Tamirciyi hayranlıkla seyreden bir genç yanına yaklaştı ve: 
-“İşinizi çok dikkatli ve özenle yapıyorsunuz” dedi.

Bir taraftan işine devam eden şemsiye tamircisi:

-“Evet, ben her zaman işimi iyi yapmaya çalışırım.” dedi

Genç konuşmayı sürdürdü:

-“Fakat bu kadar özenmenize, bu kadar dikkatli yapmanıza gerek yok ki. Bu zamanda buralara pek yağmur yağmaz. Bu yüzden müşterileriniz, yaptığınız işin iyi veya kötü olduğunu ancak siz buradan gittikten sonra anlayacaklar" dedi.

Şemsiye tamircisi:
- "Evet, haklısın. Ben gittikten sonra işimin farkına varacaklardır" 

Konuşmaları devam etti:
-"Bu tarafa tekrar gelecek misiniz?”  
-“Hayır.” 
-“O halde, niye bu kadar titizsiniz?”

Şemsiye tamircisi delikanlıya bakıp bu soruya şöyle cevap verdi:

-“İşimi iyi yaparsam, benden sonra buradan geçecek başka bir tamircinin işi kolaylaşacak. Ben, eğer kötü malzeme kullanır ve baştan savma iş yaparsam, buranın halkı bunu er veya geç anlayacak ve benden sonra buradan geçecek tamirciye iş verilmeyecektir.”


*********************************************************************************

Kariyer hayatımız boyunca çoğu zaman iş değiştirmek durumunda kalırız. İş yerine sadakat "X" kuşağında biraz daha fazla iken günümüz iş dünyasında etkin olan "Y" kuşağı ve gelecekteki "Z" kuşağında sık sık iş değiştirmeler olağan bir davranış olarak görülmektedir. Mezun olduktan sonra uzun yıllar tek bir firmada çalışıp, emekli olan çalışan sayısı çok çok az durumdadır.  Günümüzde iş değiştirmenin gerekçesi sadece yüksek maaş olmamaktadır. İş hayatında sunulan imkanlar, kendini geliştirme fırsatları, işin itibarı, işin geleceği, iş yerinin konumu, rahatsız edilme (mobbing), tatmin olma ve taltif edilme gibi diğer kriterler de iş değiştirmek için geçerli gerekçeler olmaktadır. Profesyonel her çalışan için iş değiştirme, işten ayrılma veya başka bölüme rotasyon yapmak doğaldır. İş yerini değiştiren çalışan, bu davranışı nedeniyle eleştirilemez, zor durumda bırakılamaz.

İdeal olarak, her çalışanın sorumluluğu alanında olan her işi tam layıkıyla ve eksiksiz olarak gerçekleştirmesi beklenir. Bu çalışanın maaşının karşılığı olan bir görevidir. Her çalışan yaptığı işin karşılığını maaş/ücret olarak beklerken; işletmenin de çalışanlardan işini iyi yapmasını beklemesi doğaldır. Ancak her zaman bu denge sağlanamaz. Bazen çalışan kazandığı ücretinin karşılığını tam vermiyor, bazen de işletme çalışanın ücretini zamanında ve eksiksiz olarak vermiyor. Bu durum tekerrür ettiği zaman ya işten çıkartma yapılıyor, ya da çalışan istifa ediyor.  

Ancak burada çalışanın işini iyi yapması çok önemlidir. Çünkü hikayemizde anlatıldığı üzere, işini iyi yapan bir çalışan; ileride oradan ayrılsa bile ardında bıraktığı olumlu izlenim sayesinde kendisinden sonra gelenlerin de işini kolaylaştıracaktır. Her çalışan hem kendini temsil ettiği gibi aynı zamanda mesleğini, mezun olduğu üniversiteyi veya okulu da temsil etmektedir. Bazı çalışanların ardında bıraktığı çok iyi veya çok kötü imaj nedeniyle, o çalışanın okuduğu okul veya diplomasına sahip olduğu meslek hakkında da çok iyi veya çok kötü imaj oluşur.

"Kötü yaptığınız işin bir gün mutlaka farkına varılacaktır ve sizi bir şekilde yakalayacaktır" 

Yıllar önce bir şirkette X üniversitesinden mezun olan ABC bölümü mühendislerine karşı kötü bir izlenim vardı. Şirket yöneticisi, o üniversiteden mezun olan ABC bölümü mühendislerini işe almayacağını belirtiyordu. Elbette yaptığı genelleme yanlıştı ancak yaşadığı kötü bir deneyim nedeniyle böyle bir karar almıştı. Bunun sebebi ise bir çalışanının yaptığı işin kötü olması ve bundan şirketin ciddi zarar görmesiydi. Bu durum, ne o üniversiteyi ne de o bölüm mezunlarını kötülemeye gerekçe olamazdı ancak şirket yöneticisinin bu fikrini değiştirmek de hiç kolay değildi. 

"Sadece kendinizi değil; mesleğinizi, okulunuzu, şehrinizi, ülkenizi de temsil ediyorsunuz" 

Son olarak;

Şartlar ne olursa, olsun
Ardınızda iyi bir iz bırakın!
İşinizi iyi yapın,
Baştan savmayın..
Kötü yaptığınız bir iş,
Sizden sonrakilere de zarar verir!

05 Nisan 2020

Hikayeden İşler-7




HİKAYEDEN İŞ'LER-7


"Hikayeden İş'ler" yazı dizimizde bu bölümde çevremizdeki köpekbalıklarından bahsedeceğiz.  Hikaye anlatıcılarının önemli sorumluluklarından birisi dinleyenleri canlı tutmaktır. Her hikaye, her dinleyende aynı duyguyu ve heyecanı oluşturamayabilir. Anlatıcının bunu umursamaması mümkün değildir. Ben söyleyeceğimi söyler, geçerim gibi bir anlayış asla olamaz. Dinleyenleri canlı tutmanın yöntemi, anlatıcının hikayesine olan tutkusu olacaktır. Dinleyenler bu tutkuyu hissedemezlerse, anlatılanların da etkisinde kalamazlar. Hikaye anlatıcısının, her bir dinleyenle arasında bir elektrik kablosu çekilmiş olduğunu düşünmesi gerekiyor. Uyuşmuş bir dinleyiciye veya dinleyicilere şok dalgası gönderebilmesi lazımdır. Bunu da ya ses düzeyiyle ya da mimikleriyle yapabilir. Bazı durumlarda ise doğrudan uyuşmuş dinleyicilere sorular sorar, "öyle değil mi?" diyerek teyitler alabilir. Önemli olan dinleyicilerin hep canlı ve dikkatli olmasını sağlamaktır.


ÇEVREMİZDE KÖPEKBALIKLARI NEDEN VAR? 


*********************************************************************************
Japonlar bir ada toplumu olarak taze balığı her zaman çok sevmişlerdir. Fakat Japonya sahillerinde, bol balık az bulunduğundan, balıkçılar talebe cevap vermek için daha büyük teknelerle okyanusa açılmaya başlamışlar. Başlangıçta balık tutmak için uzaklara gidildikçe, geri dönülmesi de daha uzun zaman almaya başlamış. Dönüş bir-iki günden daha fazla uzarsa, tutulan balıkların da tazeliği kaybolmaktaymış. Bu durumda Japonlar, tazeliği kaybolmuş balığın farkını anlayıp lezzetini hiç sevmemişler. 

Bu problemi çözebilmek için balıkçılar, teknelerine soğuk hava deposu yaptırmışlar. Böylece istedikleri kadar uzağa gidip, tuttukları balıkları da soğuk hava deposunda dondurulmuş olarak saklayabilmişler. Ancak Japon halkı, bu defa da taze balıkla dondurulmuş balığın lezzet farkını ayırt etmiş ve dondurulmuş balıklara çok para ödemek istememişler. Bunun üzerine, balıkçılar çareyi teknelerine akvaryum yaptırmakta bulmuşlar.  Tutulan balıklar seyahat boyunca canlı olarak akvaryumda yaşamaya devam etmişler. 

Ancak Japon halkı bu defa da canlı olmasına rağmen bu balıkların da lezzetinde yine bir farklılık hissetmiş. Hareketsiz, uyuşmuş bir durumda günlerce yol giden balığın; canlı, diri ve hareketli balığa göre lezzeti çok farklıymış, kötüymüş.

Sonunda Japonlar taze ve lezzetli balığı sofralara getirebilecekleri bambaşka bir yol bulmuşlar: Balıkları yine teknedeki akvaryumlarında tutarken içine küçük bir de köpekbalığı atmışlar. Böylece balıkların bir kısmı köpekbalığı tarafından yutulmasına rağmen geride kalanlar sürekli hareket halinde  oldukları için son derece taze kalabilmişler.

*********************************************************************************

İş hayatında çevremizdeki bazı kişilerden rahatsızlık duyarız. Öyle ki, o kişilerle aynı ekipte veya aynı ortamda olmamaya çalışırız. Onların yaptıkları her konuşmadan, her hareketten sıkılırız, mümkünse uzak durmaya çalışırız. Ancak bu her zaman mümkün değildir. Bir diğer konu ise ekip içi rekabettir. Ekipler içinde veya ekipler arasında sürekli bir rekabet vardır. İş dünyası; herkesin terfi almak, yüksek maaş beklentisi ve yetki, sorumluluk kazanmak için rekabet içinde olduğu bir ortamdır. Şirketler de sürekli birbirleriyle rekabet halindedirler. 

"Rakiplerinize önem verin, hatalarınızı ilk önce onlar fark eder"

Bu rekabet ortamı hem piyasayı hem de ekibi canlı tutacaktır. Hiçbir şirketin uyuşmuş, köhneleşmiş ve hareketsiz çalışanlara tahammülü yoktur. Çalışanların sürekli canlı ve rekabet içinde olmasını isterler. Birbirleriyle rekabet içinde olan ekiplerin en iyi performans göstereceği düşünülür. Fakat bir diğer yandan da ekip içindeki sinerjiyi de korumak gerekir. Rekabetin fazlası bir süre sonra negatif sinerji yaratacaktır. Yıkıcı rekabet, öldürücüdür. Rekabet ortamında uyuşuk kalmaya devam edenler bir süre sonra diğerlerine yem olacaklardır. Tıpkı hikayemizdeki köpekbalıklarına yem olan balıklar gibi..

"İş dünyasında rekabet olmasaydı, başarı olmazdı" 

Bazen firmalar veya yöneticiler ekip içinde canlılığı arttırmak ve rekabet ortamı yaratmak için ekibin içine ekiptekilere rakip olacak kişileri (köpekbalıklarını) dahil ederler. Ekip içinde uyuşuk durumda olan çalışanlar yeni ortamda hayatta kalabilmek için ya canlanırlar, ya da ayrılmak zorunda kalırlar. Ancak aşırı rekabet oluşması durumunda tüm ekibin yok olmasının da önüne geçmek gerekir. Çünkü bir süre sonra ekipteki herkes mücadelede başarılı olmak için birer köpekbalığı gibi davranmaya başlarlar. Bu durumda çalışma ortamı yaşanılmaz hale gelir. 

"Rekabet aşı gibidir, uygun dozda olduğu sürece vücudu saldırılara karşı dirençli tutar, fazlası hastalandırır, öldürür. "

Uyuşuk olmanız durumunda, 
sizi canlandırmak için, 
rekabet ortamı yaratmak için, 
kaliteyi ve performansı arttırmak için
ekibinize köpekbalıkları koyarlar! 

İş hayatında çevrenizdeki köpekbalıklarına yem olmamak için sürekli uyanık olun, CANLANIN!