Translate

Kasım Şen - (Mütehayyil)

17 Şubat 2019

Risk İştahı




RİSK İŞTAHI

Herkesin hayali sıfır riskle yaşamını sürdürmek ve kazanmaktır. Ne yazık ki, bu durum gerçekçi değildir ve hayalden öteye gitmeyecektir. En basit kararımızda ve yaptığımız hareketlerde / aktivitelerde mutlaka risk vardır. Çünkü riski oluşturan çevre, toplum ve organizasyonlar her zaman aktiftirler ve risk üretmeye devam ederler. Birçok riskin olasılığı çok düşük olduğu için düşünmeye bile gerek duymayız. Evimizde otururken sokakta bir patlama olması, binanın yıkılması, yangın çıkması, silahlı saldırı olması vb riskler elbette vardır. Bunlardan birkaçı zaman zaman gerçekleşir ve hayatımızı değiştirir. Ancak bu riskleri önlemeye çalışarak yaşamı sürdürmek de hayatı epey zorlaştıracaktır.

Aynı durum firmalar için de geçerlidir. En küçük olasılıklı riskleri bile düşünerek karar alamayan, her türlü risklerden korkan bir patronun işlerini devam ettirmesi elbette çok zordur. Firmalar aslında insanlardan daha yıkıcı, telafi edilmeyecek riskleri göze alarak büyümeye çalışırlar. Firmalarda risk yönetimi kapsamında ele alınması gereken kavramlardan birisi de “risk iştahı” seviyesidir. Her firma risk almalıdır ancak firmaların alacakları risklerin büyüklükleri farklı düzeylerde olabilir. Buna göre “Risk İştahı”; firma yönetiminin amaçları doğrultusunda kabul etmeye (tolere etmeye/maruz kalmaya/önlem almamaya) hazır olduğu en yüksek risk düzeyidir. Risk iştahı kavramı, bu düzeyin üzerindeki risklerin kabul edilemeyeceğini ve önlem alınması gerektiğini ifade eder.

Firmaların risk iştahı düzeyini hem firma mali gücü hem de dış etkenler belirler. Risk İştahı; iç ve dış çevre, insanlar ve politikalardan etkilenir. Bu kapsamda risk iştahı, Risk Yönetimi Stratejisi çerçevesinde, kurum/birim/alt birim düzeylerinde yukarıdan aşağıya doğru belirlenir. Dolayısıyla firma içindeki alt birimlerin risk iştahı düzeyleri birbirinden farklı olabilir. Ancak hiçbir alt birimin risk iştahı, firma genel risk iştahını aşamaz.  Üst yönetimin kurum düzeyinde belirlenen risk iştahı sınırları içinde kalınması şartıyla birimler/alt birimler tarafından farklı iştah düzeylerinin belirlenmesi mümkündür. Çok risk almak kadar, az risk almak da başarısızlığa neden olabilir. Risk iştahının düşük olması güvenilir bir yönetim tekniği olarak görülse de yaratıcılık, yenilikçilik (inovasyon) ve fırsatlardan yararlanma konusunda firmayı sınırlayabilir. Riskin aslında bir fırsat olduğu gerçeğini de dikkate almak gerekir.

Benzer yaklaşım, kurum içinde yürütülen projeler için de geçerlidir. Firmanın stratejik planları, uzun vadede hedefleri ve projenin geliştirildiği müşteri portföyüne uygun olarak projelerde izin verilecek risk iştahı düzeyleri de farklılaşacaktır. Her proje, tüm kuruma tanınan risk iştahına aynı düzeyde sahiptir diye düşünülmemelidir.

Proje yöneticilerinin, projelerini yürütürken farklı risk iştahlarına sahip olması gerekir. Proje yöneticilerinin bunun farkında olması lazımdır. Her projenin risk iştahı farklı düzeylerdedir. Projenin başarısını alınacak risk düzeyleri belirleyecektir. Proje yöneticisinin riskleri göze alma adına sahip oldukları inisiyatif, risk iştahı sınırını aşmamalıdır. Aksi halde üst yönetim tarafından müdahale edilecektir. Ancak proje yöneticisi korkak bir tavır içinde bulunarak; kurumun veya projenin risk iştahının çok altında riskler almaya çalışırsa da projenin veya firmanın fırsatlarını elinden kaçırabilir. Genelde projelere üst yönetim tarafından, projenin risk iştahı düzeyi şu kadardır diyerek bir bildirim (deklarasyon) yapılmaz. Proje yöneticisinin bu düzeyi öğrenmesi en uygunu olacaktır. Ancak bunun belirgin veya net olmadığı durumlarda da karşılıklı görüşmelerle birlikte tahmin etmesi gerekecektir.

Özetle; her kademede bir çalışanın risk iştahı düzeyi, aslında bağlı olduğu yöneticisinin risk iştahı düzeyidir. Ne gereksiz yere riskler alarak iş hayatını riske sokmalıdır, ne de fazla korkak davranarak fırsatları elinden kaçırmamalıdır. 

16 Şubat 2019

Sucuklu Yumurta



SUCUKLU  YUMURTA


Pazar kahvaltılarının değişmez lezzetli  yiyeceği.. Mis gibi kızarmış sucuk ve ekmekle bandırılıp yenilen yumurta sarısı. Hayal edilince bile ağızları sulandıran güzellikte bir karışım: Sucuk ve Yumurta.. Burada elbette sucuklu yumurta tarifi vermeyeceğim. Zaten özellikle erkeklerin en kolay yapabildiği ve belki de tek övündükleri yiyecektir. Hemen hemen hepsi sucuklu yumurtayı en iyi kendisinin yaptığını iddia eder.

Burada anlatacağım sucuklu yumurta benzetmesi aslında bir alıntıdır.  TPYME kahve sohbetleri kapsamında Sn. Kürşat Sertpoyraz’dan dinlediğimiz bir analojiye dayanmaktadır. İş hayatının her aşamasında karşılaşabileceğimiz vakalardan birisidir. Kürşat Bey de benzer bir durum üzerine sucuklu yumurta benzetmesini kullanmıştı.

Sucuklu yumurta yapmak için yağ ve baharatları göz ardı edersek, temel olarak yumurta ve sucuk ihtiyacımız vardır. Elbette yumurta için tavuğa, sucuk için de dana,inek,kuzu vb büyük/küçükbaş hayvana ihtiyacımız var. Bu kadar basit! (mi)..

Tavuk gelir yumurtasını bırakır gider. Onun işi o kadar! Ya örneğin dana için öyle midir? Tavuğun yaptığı gibi etinden bir parça bırakıp gidemez. Sucuk olmak için kellesini vermesi gerekli. Alacakları riskler karşılaştırılamaz bile. Birisinin hayatı boyunca sürekli ve kolayca yapabileceği şey, diğerinin ise bedelini hayatıyla ödeyeceği şey..

İş hayatında da bir iş (sucuklu yumurta olsun) için ortalığa bir şeyler bırakıp gidenler olduğu gibi, o iş için kellesini ortaya koyanlar da vardır. Bir işin yapılması için birisi ortaya bir emir, email, talimat, bildiri bırakır gider. Tıpkı tavuk gibi ortalığa bırakıp kenara çekilirler. Şöyle düşünürler: Ben emri verdim, ben email attım, ben talimatımı açıkladım.. Onlara göre işin yapılması için her şey tamamlanmıştır. Ama bir de kellesini ortaya koyanlar var. İşlerin tamamlanması konusunda tüm sorumluluğu alanlar, sonuçlarından en fazla etkilenenler.. Onlar için başarısızlık bir sonun başlangıcı olabilir..

İşte böyle, tüm işlerde yumurtasını bırakıp gidenler var; bir de kellesini ortaya koyanlar. İkisinin aldıkları riskler aynı olabilir mi, hiç!



08 Şubat 2019

Uluslararasılaştırılamayanlarımızdan mısınız?



Uluslararasılaştırılamayanlarımızdan mısınız?

Geçtiğimiz Aralık ayında (05.12.2018)  TechVadi etkinliği olarak yapılan,  TTGV Xnovate programı kapsamında TTGV girişimi ve desteği ile Sn.Serkan Ünsal   tarafından hazırlanan “Teknoloji Firmalarında Başarılı Uluslararasılaşma Stratejileri Analiz Çalışması”’ sunumu içeriğinde ülkemizdeki 13 girişimci ile yapılan araştırma sonucu paylaşıldı.  Analiz çalışmasına buradan  ulaşılabilir.

Uluslararasılaşma Stratejileri

Analiz çalışmasının temelini, ülkemizdeki girişimcilerin Uluslararasılaşma (globalleşme / küreselleşme) çalışmaları ve bu alanda yaşanan sıkıntılar, ulaşılan başarılar oluşturuyor.  Raporda da belirtildiği üzere artık “son dönemde kuruluş ile globalleşme arasındaki süre kısalmıştır”. Girişimcilerin Uluslararasılaşma vizyonuna sahip olmaları burada temel hedef olarak görünüyor. Birçok girişimci start-up türü atılımlarla global dünyaya ve özellikle teknoloji temelli pazara girmeye çalışıyor.  Ancak raporda özetlenen tanıma göre “Start-up belirsizliğin olduğu, tekrarlanabilir ve ölçeklenebilir iş modeli peşinde koşan, hızlı büyümek için tasarlanmış geçici şirket statüsüdür.” diyebiliriz. Bu nedenle, her startup firmanın kolayca “Uluslararasılaşma” hedefine ulaşabileceğini düşünmek hatalı olacaktır. Kimi startup firmalarının önce yerelde başarıya ulaşması daha doğru bir hedef olarak görünmektedir.

Raporda “Uluslararasılaşma Strateji Türleri” aşağıdaki gibi kategorilere ayrılmıştır. Ülkemizdeki girişimcilerin bu kategorilere hemen hemen eşit bir şekilde dağıldığını söylemek biraz zor. 



Bu stratejilerin yerel ve global dağılımlarını gösteren yıldız şemaya göre, dünya çapında dağılım gösterdiği halde yerel pazarlar konusunda da duyarlı olan Transnational tipte bir strateji en çok istenilen olacak gibi görünüyor.



Uluslararasılaşma Kaygısı

Bu kadar çok “uluslararasılaşma” hevesine rağmen ülkemizin birçok sanayi devinin uluslararası pazarlara geç açılması veya açılmaktan korkması çelişki gibi görünmektedir. Yerelde yüksek büyüme oranlarına ulaşan firmaların, yurtdışı girişimlerinin yok denecek kadar az olmasının nedeni, bana kalırsa, “tatlı su- büyük okyanus” analojisine dayanıyor. Yerelde (tatlı sularda) kendi açısından güvende olduğunu düşünen girişimciler, uluslararası(tuzlu sular ve bilinmeyenlerin olduğu büyük denizler) pazara girmekten korkmaktadırlar.

Ancak startup’ların bu konuda cesaretlerinin nedeni ise henüz kendileri açısından hiçbir denizin tatlı su olmamasındandır. Onlar için yerelde veya uluslararası pazarda var olma çabası, aynı eforu gerektirmektedir. Her durumda kaybedilecek varlıklarının büyüklüğü hemen hemen aynıdır. Öyleyse belki de yerelde karşılaşmaları muhtemel zorluklarla, uluslararası pazarlarda mücadele ederek üstesinden gelebileceklerini düşünmekteler.

Sonuç Olarak;

Ülkemizde “uluslararasılaşma” çabasında olan firmaların, daha çok teknoloji firmaları ve özellikle yazılım odaklı hizmet girişimleri olmasının, geleceğe yönelik olarak hem olumlu hem de olumsuz etkileri olacaktır. Teknolojinin hızlı devinimi nedeniyle, hızlı evrimleşemeyen bu tür girişimler kısa ömürlü olabilirler. Belli bir konsepte veya zaman diliminde parlayıp, kısa süre sonra pazarın evrimine uyum sağlayamadan ortadan kaybolabilirler. Ancak teknoloji altyapısına dayanan girişimlerin daha hızlı büyüme ve yaygınlaşabilme fırsatları da olumlu etkilerdendir. Bu girişimcilerin, global hizmet kriterlerinini yerine getirmesi durumunda, “transnational” bir girişim olmaları çok kolay olabilmektedir.

“Uluslararasılaşma” çabasında olan girişimcilerin, özellikle finans anlamında yerel büyük aktörler tarafından desteklenmesi; uluslararası pazarı da içine katan bir ekosistemin parçaları olmaları, girişimlerin başarıya ulaşması için önemli fırsattır. Tüm sektörlerin büyük sanayi firmalarının gelecekteki stratejik planlarına, uluslararası pazara girmeye çalışan firmalarla işbirliği hedefini koymalarının zamanı gelmiştir, hatta geçmektedir.