Translate

Kasım Şen - (Mütehayyil)

29 Mart 2020

Proje Yönetimi Manifestosu -1


PROJE YÖNETİMİ MANİFESTOSU-1


Türk Proje Yönetim Meslek Enstitüsü (TPYME) ile birlikte hazırlayıp, 2017 yılındaki  Ulusal Proje Meslek Konferansı UPMKkapsamında duyurusunu yaptığımız Proje Yönetimi Manifestosunu daha önce paylaşmıştım.  Proje yönetiminin bir meslek olarak ülkemizde yerleştirilmesi, önem kazanması ve hak ettiği değeri elde etmesi için manifestomuzdaki maddeleri tüm proje yöneticilerinin sahiplenmesi önemlidir. 

10 maddeden oluşan manifestomuzdaki her bir maddeyi detaylı olarak ele alacağımız bu yazı dizimizde maddeler bazında ayrı yazılar yayınlanacaktır. Böylece manifesto ile neyi amaçladığımı, hedefimi ve görüşlerimi paylaşacağım. 


*********************************************************************************
Manifesto Madde-1:
HER PROJE DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM YARATIR, PROJE GELECEKTİR

*********************************************************************************
Genel olarak proje için belli zaman aralığında, belli bir bütçe ve kaynaklarla, bir işi, ürünü veya hizmeti gerçekleştirme diyebiliriz. Farklı şekillerde ifade edilse bile neticede temel argümanlar bunlardır. Buradan yola çıkarak, herhangi bir çalışmayı proje olarak nitelendirmek kolayca mümkün müdür? Neyi proje olarak isimlendirebileceğimiz, nelere proje diyemeyeceğimizin sınırları tam belli değildir. 

Öncelikle aynı ürünün birden fazla adetini seri olarak üretmeye dayalı, yani operasyonel ve seri üretim çalışmaları proje olamamaktadır. Çünkü projede "yeni" bir şeyler ortaya çıkmalıdır. Projede ortaya çıkan ürün veya hizmet daha önce yapılmamış olmalıdır. Bu konuda herkes hemfikirdir sanırım. Öyleyse, inşaat firmalarının aynı mimari çizimlere sahip, aynı binaları, farklı site isimleri altında "Güzel Site Projesi", "Süper Manzaralı Evler Projesi", "Kral Konakları Projesi" gibi güzel ve dikkat çekici isimlerle sunduğu çalışmalar proje olarak ele alınamayacaktır. Ancak farklı estetiğe, mimariye veya altyapıya sahip özelliklerdeki çalışmaları varsa bunlar proje olarak ele alınabilir. Aksi halde kavanoz şişesi üreten fabrika ile aynı binaları üreten inşaat firmaları farklı değildir. "En yeni", "en yeninin de yenisi", "yenilerin yenisi" veya "ultra süper yeni" gibi sıfatlarla projeleri isimlendirmek asla ortaya çıkacak olan ürünü yenileştirmeyecektir. 

Birebir aynı ürünlerin ve hizmetlerin ortaya çıkacağı çalışmalara proje yerine "iş" demek doğrudur. "ABCD ürünü üretim işi" gibi..

Diğer taraftan, aynı ürün veya hizmet olmasa da birbirine benzeyen farklı şeyleri gerçekleştirme çalışmalarını proje olarak ele almak uygun mudur? Bazı firmalar aynı ürünün basit birkaç özelliğini değiştirerek yeni bir projeymiş gibi isimlendirmektedir. Bunun gerekçesini ise, o çalışmaya bütçe, zaman ve kaynak ayırmak olarak göstermektedir. Elbette bu yönde haklılar. Sonuçta ortaya farklı bir ürün çıkacak, zaman ve bütçe harcanacak, bir ekip çalışacak, vs.. Ancak ortaya çıkan ürün değişmiş olsa da, o ürün firmada bir değişime yol açmamıştır. Firmanın geleceğine yönelik bir değişimi başlatmamıştır. Özellikle beyaz eşya, küçük ev aletleri ve TV üreticilerinin aynı ürünün farklı modellerini veya aynı modelin farklı boyutlarını içeren ürünlerinin üretildiği çalışmalar bu kapsamdadır. Yeni teknoloji ürünü çamaşır makinesi, buzdolabı veya TV üretilmediği sürece bunları proje olarak nitelendirilmesi uygun değildir. Bunlar değişim ve dönüşüm yaratmamıştır.

Birbirine çok benzeyen ürünlerin geliştirildiği çalışmaları proje olarak ele almak yerine "iyileştirme/geliştirme çalışması"  diye isimlendirmek doğrudur. 

Birçok firmanın amiral diye tabir edeceğimiz projeleri vardır. Bunlardan ortaya çıkan ürünleri yıllarca satmışlardır. Bu ürünlerin üzerinde bazı "iyileştirme/geliştirme çalışmaları" yaparak farklı versiyonlarını üretmişlerdir. Firmanın ana çalışma alanı olmuşlardır veya ana çalışma alanlarına yenilerini eklemişlerdir. Bu tür projeler, geliştirildikleri firmalarda değişime ve hatta bazen dönüşüme yol açmışlardır. Bunlar firmanın geleceğini yönlendiren projeler olmuşlardır. Her inovasyon ürününü geliştirmek için yapılan çalışmalar bu kapsamda olamayabilir. İnovasyon faaliyetleri her zaman yıkıcı, değiştirici ve dönüştürücü etkiye sahip olamayabilir.  

Sonuç olarak; 

  • Projeler firmalarda değişimi başlatmalıdır. Firmanın çalışma şeklinde, ürünlerinde veya hizmetlerinde değişim yaratan çalışmalar ancak proje olarak ele alınabilir.
  • Değişimle birlikte firmalarda yapısal ve yönetimsel dönüşüme neden olabilecek seviyede etkili geliştirme faaliyetleri de projedir. Dönüşüm zordur, dönüşümü başlatan projeler firmaların geleceklerini şekillendirir.
  • Projeler geleceğe yönelik olmalıdır. Hataları düzeltme, sorunları çözme ve görsel imaj yaratmaya yönelik çalışmalar firmanın geleceğinde etkili değildirler. Bunlar proje olarak nitelendirilmemelidir.


Bardağın Dolu Tarafı



Bardağın Dolu Tarafı


Dünya amansız bir salgının pençesinde kıvranırken, ülkemizde de bazı önlemler alınmaya çalışılıyor. Ancak toplumsal farkındalığın yeterince sağlandığını söylemek çok zor. Eskiden gelen "bize bir şey olmaz" veya "bize bulaşana kadar çaresini birileri bulur" anlayışı nedeniyle bilerek veya bilmeyerek salgının yayılmasına sebebiyet oluyorlar. Devletin bazı kısıtlamaları da bunu önlemekte yetersiz kalabiliyor. Sanırım daha sıkı önlemler alınacak. Virüsün dünya üzerinde ekonomik, siyasi ve toplumsal birçok yapıyı ve dengeyi yerinden sarsacağını görmek çok kolay. Şimdiden Avrupa Birliği içinde birbirlerine yeterli destek vermeyen ülkelerin, birbirlerini suçladıklarını görüyoruz. ABD bu konuda Çin'i suçluyor. İngiltere virüsle savaşta geç kalmakla suçlanıyor. Buna benzer başka görüşler vs..




Bundan birkaç ay öncesine kadar dünya farklı konular konuşuyordu. Tüm dünya dijital teknolojileri ve teknolojilerin tüm dünyayı nasıl küreselleştirdiğini överek anlatıyordu. Her konferansta Steve  Jobs amcadan örnekler verilerek, mobil dünyada yazılan birkaç teknolojik gelişmeyi ağızlarından sular akıtarak anlatıyorlardı. Sanki tüm dünya hipnotize olmuş bir halde, "neden biz bunu yapamadık" diye hayıflanıyordu. Google, Facebook, Linkedin, Instagram ve diğerleri herkesin dilindeydi.. "Abi küçücük çocuk bir yazılım yazmış, binlerce dolar kazanmış" diye birbirlerini motive etmeye çalışan gençler vardı.

Teknoloji uzmanlarının katıldığı bir seminerde, yine benzer şekilde dijital teknolojilerin hayatımızı ne kadar değiştirdiğini konuşuyorduk. Orada bir uzmanla aramızda geçen sohbette; "dijital teknolojilerin, üretim ve somut araştırma-geliştirme çalışmaları yapılmazsa yetersiz olacağını, illa ki üretim ve fabrikaların olması gerektiğini" anlatmaya çalışmıştım. Karşımdakiler ise yine Facebook ve Google örneklerini vermeye devam etmişlerdi.  Bir virüs çıktı, gündemi değiştirdi.

Herkes neden sağlık teknolojilerine önem verilmediğini, neden aşı fabrikalarımızın olmadığını, nasıl ilaç üretebileceğimizi konuşmaya başladılar. Somut bir şeyler üretemiyorsak, sayısal teknolojiler yetersiz kalıyor. Her zaman aynı şeyi söyleyeceğim: Fabrika ve üretim yapmamız şart!

Geçmişteki bir yazımda Maslow Teorisi ve İhtiyaçlar Piramidi konusuna değinmiştim. Burada belirttiğim gibi piramidin tabanında fizyolojik ihtiyaçlar vardır. Açlık, susuzluk gibi yaşamsal gereksinimler bu kategoridedir ve insanın yaşamını sürdürebilmesi için en önemli olanı bu ihtiyaçlardır. Fizyolojik ihtiyacını gidermemiş bir kişi için diğer ihtiyaçların bir önemi yoktur. Yani aç veya susuzken dijital teknolojiler anlamlı olmayabilir. İkinci basamak güvenlik ihtiyacıdır. Burası dış tehlikelerden korunmayı içerir. Bu ihtiyaç, korunma, barınma, kural ve yasalara uyma gibi gereksinimlere dayanır.

Bugün geldiğimiz noktada salgın bizim yaşamımızı etkiliyor ve korunma gereksinimimizi ortaya çıkarıyor. Tüm insanlık yaşamsal ve korunma gereksinimlerini garantiye almadığı sürece sonraki gereksinimlerin karşılanması yeterli olamayacaktır. Bir virüs çıkar ve piramidin tabanına kadar bizi indirir.

Bu virüs salgının bazı faydaları olacağını ümit ederek, bardağın dolu tarafına bakmak istiyorum. Eğitimin aksamaması için geliştirilen uzaktan eğitim teknolojilerinin kullanılması çok önemlidir. Klasik okulda eğitim konusunun gelecekte tamamen ortadan kalkıp, uzaktan eğitim imkanları sağlanırsa; yeterli eğitim alamayan taşradaki öğrenciler için fırsat eşitliği sağlanacaktır. MEB'in bu konuyu daha ciddiye alıp, salgın gibi olağanüstü durumlar dışında da kullanılabilirliğini değerlendirmesi uygun olacaktır. Kim bilir, bu sayede taşrada bir köydeki çocuk da, büyük şehirlerdeki diğer öğrenciler gibi kaliteli bir eğitime erişim imkanına sahip olacaktır.

Bardağın dolu olan diğer tarafı ise, tamamen kapitalist düzenin kurallarına göre biçimlendirilmiş ekonomik sistemlerin, dışarıdaki diğer ülkeleri de dikkate alması gerektiğidir. Dünyamızda artık hiçbir devlet diğerlerinin sorunlarından bağımsız değildir. Çin'de çıkan bir salgın İngiltere'de, İtalya'da İspanya'da veya diğer gelişmiş, teknoloji zengini ülkeleri derinden etkileyebilmektedir. Bize bir şey olmaz demek artık imkansız. Bugün Çin'de çıkan salgının benzeri gelecekte Afrika'nın bir ülkesinde veya Güney Amerika'nın  dağlarında çıkabilir. Avrupa ve ABD bundan sonra bizi ilgilendirmez diyemeyecektir.

Dünya artık küçük bir köydür ve ülkeler birbirine ulalı evlerdir. Bir evde çıkan yangın, tüm köyü sarabilecektir. Bu nedenle, kapitalist düzenin ortaya koyduğu "ezebileceğin kadar ez, hatta yok et" anlayışının sonuçları bir gün sizi de vuracaktır. Çin'deki salgın sırasında Avrupa önlem almayı gerek bile görmedi. İran'a sıçradığında da sessiz kaldı. İtalya'ya sıçrayınca kısmen düşünmeye başladı. Şimdi ise tüm dünya etkilendi. Trilyonlarca dolar yatırım yapılsa da bu salgının yarattığı yıkımın üstesinden gelmek zorlaşacaktır. Çünkü güçlünün de üstesinden gelen minik güçlü bir varlıkla mücadele ediliyor.

Dünyanın savaş ve öldürücü silah teknolojilerine yaptığı yatırımları, sağlıklı bir dünya için yapmasının farkına varılmıştır. Bugün en gelişmiş silah sistemleri virüsü yok edemiyor.

Bardağın dolu tarafından bakmanın zamanı geldi. Umarım artık vahşi gelişmiş ülkelerin anlayışlarını revize edeceği günler de gelecektir.

Güzel günler göreceğiz, inanıyorum.

27 Mart 2020

Hikayeden İşler-6



HİKAYEDEN İŞ'LER-6


"Hikayeden İş'ler" yazı dizisinin bu bölümünde kaplandan kaçabilenler olabilir mi diye inceleyeceğiz. Kaplan, aslan ve benzeri vahşi hayvanların pençelerinden kaçmanın imkanı yoktur elbette. Aslan avı hikayelerini okuyanlar veya dinleyenler olmuştur ancak bana hiç inandırıcı gelmemiştir. Hikaye anlatımında inandırıcılık çok önemlidir. Bazı olayları ve kişileri abartılı şekilde anlatmak mümkün olabilir. Ancak bu tür anlatımlar belki masallarda veya efsanelerde kendine yer bulabilir. Masallar ve efsaneler çocuklar için ilgi çekebilir ancak entelektüel bir ortamda veya sunumda masalsı anlatımlar yapmak hiç inandırıcı olmayacaktır. Bu nedenle hikaye anlatıcılarının -şayet masal veya efsane anlatmıyorlarsa- gerçekçi ve inandırıcı hikayeler anlatmaları önemlidir. Aksi halde dinleyicilerin "haydi canım sen de" diye yakınmalarını duymaya başlarlar. Belki de dudaklarını bükerek eleştirilerini yansıtırlar.

Hikaye anlatıcılarının kendilerini ve hikayelerini geliştirmeleri istenen, beklenen bir durumdur. Bazı hikaye anlatıcılarının daha önce anlattıkları hikayelere bazı eklentiler yaparak iyileştirdikleri veya geliştirdikleri görülür. Hatta aynı tema üzerinden, aynı aktörleri kullanarak farklı farklı hikayeler anlattıkları olmuştur. Burada önemli olan tekrara girmeden, ilgi çekici iyileştirmeleri ve gelişmeleri sağlayabilmektir. Kendini yenilemeyen bir hikaye anlatıcısı, hep aynı hikayeleri anlatarak zaman içerisinde sıkıcı olacaktır. Hikayelerinde günceli yakalayabilmek, hikayelerine güncel olayları ve nesneleri dahil edebilmek aslında hikaye anlatıcısının sürekli kendini geliştirdiğini gösterir. Bunu göz önünde bulunduranlar, hikayelerinde canlılığı arttıracaktır.


KİM KAPLANDAN KAÇABİLİR? 


*********************************************************************************
Bir uçak, kaza sonucu Afrika'da bir ormana düşer. Uçaktaki bir Amerikalı ile bir Japon kazadan sağ kurtulurlar. Bunlar ıssız ormanda yaşam mücadelesi verirken, vahşi bir kaplanın kendilerini fark ettiği ve onlara doğru geldiğini görürler. Bu sırada Japon hemen ayakkabılarının bağcıklarını bağlamaya çalışır. Amerikalı da  Japon’a alaylı bir ifadeyle seslenir:

– Kaplandan daha hızlı koşarak kurtulacağını mı sanıyorsun?

Japon’un Amerikalı'ya cevabı ise şöyle olur:

– Kaplandan değil sadece senden hızlı koşmam yeterli olur

*********************************************************************************
İş hayatını birçok örnekleri nedeniyle vahşi ormana benzetebiliriz. Sürekli rekabetin olduğu, güçlülerin zayıfları yok etmeye çalıştığı, hata yapanın yok olmaya mahkum olduğu acımasız bir dünya.. İşbirliklerinin bile belli bir çıkar doğrultusunda olduğu, en küçük bir kırılma anında ortadan kalktığı, aktörlerin sürekli değiştiği, geliştiği bu dünyada hem firmalar hem de çalışanlar hayatta kalmanın çabası içindedirler. Düşenin dostu olmadığı bu ortamda ayakta kalabilmek için değişime ve gelişime sürekli açık olmak gerekmektedir. Kendini yenilemeyen, gelişmeyen veya değişime direnç gösteren firmaların ve çalışanların gelecekleri tehlike altındadır.

Bunun yanı sıra arkadan gelen yeni firmaların ve yeni çalışanların yarattığı rekabetçi ortam da riskleri artırmaktadır. Özellikle teknoloji firmalarında çalışanların  geçmişteki bilgi ve becerileri uzun ömürlü olmamaktadır. Alttan gelen yeni nesiller daha güncel bilgilerle donanarak geldikleri için eski çalışanlar açısından tehlike oluşturmaktadır. Geçmişte elde ettiği bilgileri yeterli görüp, kendini yenilemeyen, geliştirmeyen çalışanlar arkadan gelen yeni çalışanlar tarafından geçilecektirler. 

"Gelişim bir zirve ise, değişim oraya yükselen merdivenin basamaklarıdır."

Günümüzde bilginin ömrü çok kısadır. Artık 5 yıl, 10 yıl önceki teknolojiler ömrünü tamamlamıştır. Bu bilgilerin üstüne yeni bilgiler, beceriler ve teknikler eklemeyen kişiler tabiri caizse teknoloji dinazoru olacaklardır. Bazı temel bilimlerde ve teolojik konularda değişim hızlı olmayabilir ancak mühendislik alanında çalışanların güncel konulara hakim olması çok önemlidir. Belki yaşları ve geçmiş deneyimleri nedeniyle saygı görmeye devam edebilirler ancak bilgilerinin güncelliğini yitirmesi nedeniyle söyleyecekleri şeylerin geçerliliği olamayacaktır. 

"Değişimden korkanlar, merdivende yukarıya adım atmaya korkarlar!"

Hikayemizde anlatıldığı gibi çalışma alanımızda hep birilerinden daha hızlı koşmaya çalışmamız gerekmektedir. Arkamızdan gelen güncel bilgilerle donanımlı genç çalışma arkadaşlarımızın bir adımda önünde olmak için mutlaka gelişime ve değişime açık olunmalıdır. Geçmişteki bilgi ve deneyimlerimizin kredisi zamanla azalacaktır. 

Hangi alanda çalışıyor olursanız olun, işinizin niteliğini ve önemini düşünmeden,
Hayatta kalmak için, rekabet için,

"Hep bir adım önde olun"

"Unutmayın arkanızdan çığ gibi geliyorlar!"