Translate

Kasım Şen - (Mütehayyil)

24 Nisan 2020

Hikayeden İşler-8




HİKAYEDEN İŞ'LER-8


"Hikayeden İş'ler" yazı dizimizde bu bölümde bir şemsiye tamircisinden bahsedeceğiz.  Hikaye anlatıcılığın geçmişi meddahlık kültürüne dayanır. Meddah: Geleneksel Türk  Halk Tiyatrosunun türlerinden biridir. Methedici, taklitler yapıp hoş öyküler anlatarak halkı eğlendiren sanatçıya ve oynadığı oyun türüne meddah denir. Arapçada övücü anlamındaki "methetmek" kökünden gelmiştir.Dolayısı ile meddah, metheden öven anlamındadır.  Meddah, kıssahan (Araplarda), şehnamehan (Acem/Fars) ve mukallit (taklit eden) kelimeleri ile eş anlamlı olarak ‎kullanılmıştır.  Meddahlar kasaba kasaba, şehir şehir dolaşarak bazen aynı, bazen de farklı hikayeler anlatırlardı. Anlatımlara gittikleri yörelerden katkılar yaparlardı. Bazen yöresel şiveyi taklit ederler, bazen ise yöredeki bir kahraman üzerinden hikayeler anlatırlardı. 

Meddahlıkta önemli olan, dinleyicilerine keyif vermek, öğüt verici bir hikaye anlatmaktı. Meddah oradan ayrılsa bile uzun süre hikayeleri anlatılmaya, dilden dile aktarılmaya devam ederdi. Günümüze kadar gelen hikayeler vardır. Güzel hikayeleri olan meddahlar civar yerlerden davetler alırlar ve çoğunlukla gezgin bir hayat yaşarlardı. Anlatılan hikayenin etkisi ile birlikte meddahın anlatım şekli de tercih sebebi olmuştur.


ŞEMSİYE TAMİRCİSİNİN İŞİ NEDEN ÖNEMLİDİR? 


*********************************************************************************
Küçük bir kasabada seyyar  şemsiye tamircisi, yol kenarında küçük bir kutu üzerine oturmuş, arızalı şemsiyeleri tamir ediyordu. Adam, tamir edilecek kısımları dikkatle ölçüyor, itina ile yama koyuyor, telleri birer birer deneyerek güçlendiriyordu.

Tamirciyi hayranlıkla seyreden bir genç yanına yaklaştı ve: 
-“İşinizi çok dikkatli ve özenle yapıyorsunuz” dedi.

Bir taraftan işine devam eden şemsiye tamircisi:

-“Evet, ben her zaman işimi iyi yapmaya çalışırım.” dedi

Genç konuşmayı sürdürdü:

-“Fakat bu kadar özenmenize, bu kadar dikkatli yapmanıza gerek yok ki. Bu zamanda buralara pek yağmur yağmaz. Bu yüzden müşterileriniz, yaptığınız işin iyi veya kötü olduğunu ancak siz buradan gittikten sonra anlayacaklar" dedi.

Şemsiye tamircisi:
- "Evet, haklısın. Ben gittikten sonra işimin farkına varacaklardır" 

Konuşmaları devam etti:
-"Bu tarafa tekrar gelecek misiniz?”  
-“Hayır.” 
-“O halde, niye bu kadar titizsiniz?”

Şemsiye tamircisi delikanlıya bakıp bu soruya şöyle cevap verdi:

-“İşimi iyi yaparsam, benden sonra buradan geçecek başka bir tamircinin işi kolaylaşacak. Ben, eğer kötü malzeme kullanır ve baştan savma iş yaparsam, buranın halkı bunu er veya geç anlayacak ve benden sonra buradan geçecek tamirciye iş verilmeyecektir.”


*********************************************************************************

Kariyer hayatımız boyunca çoğu zaman iş değiştirmek durumunda kalırız. İş yerine sadakat "X" kuşağında biraz daha fazla iken günümüz iş dünyasında etkin olan "Y" kuşağı ve gelecekteki "Z" kuşağında sık sık iş değiştirmeler olağan bir davranış olarak görülmektedir. Mezun olduktan sonra uzun yıllar tek bir firmada çalışıp, emekli olan çalışan sayısı çok çok az durumdadır.  Günümüzde iş değiştirmenin gerekçesi sadece yüksek maaş olmamaktadır. İş hayatında sunulan imkanlar, kendini geliştirme fırsatları, işin itibarı, işin geleceği, iş yerinin konumu, rahatsız edilme (mobbing), tatmin olma ve taltif edilme gibi diğer kriterler de iş değiştirmek için geçerli gerekçeler olmaktadır. Profesyonel her çalışan için iş değiştirme, işten ayrılma veya başka bölüme rotasyon yapmak doğaldır. İş yerini değiştiren çalışan, bu davranışı nedeniyle eleştirilemez, zor durumda bırakılamaz.

İdeal olarak, her çalışanın sorumluluğu alanında olan her işi tam layıkıyla ve eksiksiz olarak gerçekleştirmesi beklenir. Bu çalışanın maaşının karşılığı olan bir görevidir. Her çalışan yaptığı işin karşılığını maaş/ücret olarak beklerken; işletmenin de çalışanlardan işini iyi yapmasını beklemesi doğaldır. Ancak her zaman bu denge sağlanamaz. Bazen çalışan kazandığı ücretinin karşılığını tam vermiyor, bazen de işletme çalışanın ücretini zamanında ve eksiksiz olarak vermiyor. Bu durum tekerrür ettiği zaman ya işten çıkartma yapılıyor, ya da çalışan istifa ediyor.  

Ancak burada çalışanın işini iyi yapması çok önemlidir. Çünkü hikayemizde anlatıldığı üzere, işini iyi yapan bir çalışan; ileride oradan ayrılsa bile ardında bıraktığı olumlu izlenim sayesinde kendisinden sonra gelenlerin de işini kolaylaştıracaktır. Her çalışan hem kendini temsil ettiği gibi aynı zamanda mesleğini, mezun olduğu üniversiteyi veya okulu da temsil etmektedir. Bazı çalışanların ardında bıraktığı çok iyi veya çok kötü imaj nedeniyle, o çalışanın okuduğu okul veya diplomasına sahip olduğu meslek hakkında da çok iyi veya çok kötü imaj oluşur.

"Kötü yaptığınız işin bir gün mutlaka farkına varılacaktır ve sizi bir şekilde yakalayacaktır" 

Yıllar önce bir şirkette X üniversitesinden mezun olan ABC bölümü mühendislerine karşı kötü bir izlenim vardı. Şirket yöneticisi, o üniversiteden mezun olan ABC bölümü mühendislerini işe almayacağını belirtiyordu. Elbette yaptığı genelleme yanlıştı ancak yaşadığı kötü bir deneyim nedeniyle böyle bir karar almıştı. Bunun sebebi ise bir çalışanının yaptığı işin kötü olması ve bundan şirketin ciddi zarar görmesiydi. Bu durum, ne o üniversiteyi ne de o bölüm mezunlarını kötülemeye gerekçe olamazdı ancak şirket yöneticisinin bu fikrini değiştirmek de hiç kolay değildi. 

"Sadece kendinizi değil; mesleğinizi, okulunuzu, şehrinizi, ülkenizi de temsil ediyorsunuz" 

Son olarak;

Şartlar ne olursa, olsun
Ardınızda iyi bir iz bırakın!
İşinizi iyi yapın,
Baştan savmayın..
Kötü yaptığınız bir iş,
Sizden sonrakilere de zarar verir!

19 Nisan 2020

Proje Yöneticisinin Dokunduğu Fil-4



Proje Yöneticisinin Dokunduğu Fil-4

"Proje Yöneticisi ve Dokunduğu Fil(Proje)"  yazı dizimize "Yılan" konusu ile devam ediyorum. Bu yazımızda proje ekibinde yılan gibi davranış sergileyenleri ve projelerde güvenliği ele alacağız. Yazı dizimizin konusunu oluşturan "Körler ve Fil" şiirinde John Godfrey Saxe  şöyle yazmıştı:

Üçüncüsü hayvana yaklaştı
Ve mutlulukla tuttu
Elleri içinde hortumunu
Böylece cesaretlendi ve konuştu:
“Anladım” dedi aynen
“Fil daha çok bir yılan gibi”

Yılan, elbette tehlikeli bir yaratıktır. Ancak herkes yılanların ne yapacağını bilir! Yılan zehirler, ısırır ve hatta boğabilir. Bu yılandan beklenen bir davranıştır. Bir kimse yılanı eline alıp, onun kendisine zarar vermeyeceğini düşünemez. Sirklerde yılanlarla gösteri yapanlar ya da Hindistan'da yılan oynatanlar riske girmemek için yılanların zehirlerini yok ederler. Çünkü kimse yılanın zehirlemeyeceğini garanti edemez. Bu girizgahtan sonra fazla oyalamadan sorumu sorayım:

"Proje ekiplerindeki HERKES en az sizin kadar projeyi sahiplenir mi?"

Soru basit ama bu soruya beklemeden, düşünmeden "evet" cevabını veriyorsanız; ya çok fazla iyimsersiniz ya da gerçekten safsınız, demektir.

Proje ekipleri oluşturulurken başta duyulan heyecan ve şevk uzun süre kalıcı olamayabilir. Bir proje yöneticisinin görevi elbette bu heyecanı ve şevki en üst düzeyde tutabilmektir. Tamam, ancak herkes bu kadar iyi niyetli midir? Proje ekiplerindeki yılan gibi davranış sergileyenleri ne yapacağız Gerçekten çok itici ve tiksindirici bir durum bu. Proje ekiplerinde yılanların var olduğunu düşünmek, inanmak ve birilerini bu şekilde etiketlemek, yaftalamak ne kadar zor! Hiç kimsenin buna cesaret edebileceğini düşünemiyorum ancak gerçekten proje ekiplerinde yılanlar olabilir.  Fazla iyi niyetli olmaya, kendimizi inandırmaya, kandırmaya çalışmayalım.

Bu gerçeği kabullenerek, yeniden değerlendirelim. Siz, proje ekibinizdeki herkesten, projenize yeterli dikkatin ve önemin verilmesini beklersiniz ancak diğer tarafta sizin proje(ler)iniz başkaları için var olan işlerinin üstüne eklenmiş ekstra işler olarak düşünülebilir. Onların da sizin kadar projenizi sahiplenmesi mümkün değildir. Hatta sizin projenizin ortaya çıkaracağı iş ürünleri veya hizmetler; diğer kişilerin çalışma biçimiyle veya kariyer hedefleriyle çatışabilir. Geçmişte birçok otomasyon projelerinden rahatsız olan, işini kaybedeceğini düşünen çalışanlar, projelere engeller çıkarmışlar.

Elbette herkes kötü niyetli değildir. Bazen proje ekiplerindeki kişiler, iyi niyetli olarak rollerine uygun olan bazı konulara daha fazla önem verilmesini, daha dikkatli olunmasını isterler. Hatta projeyi o yöne doğru çekiştirirler. Sanki o konudaki çalışmaların yapılmasını, projede başarının sağlanması için yeterli ve tek koşul olarak düşünürler. Herkesin de böyle düşünmesini beklerler. Bir süre sonra her bir roldeki çalışan, projeyi kendilerinin ilgi alanlarına doğru çekmeye çalışırlar. Proje ana hedefinden çıkıp, sadece baskın birilerinin ilgi alanındaki çalışmaları gerçekleştirmeye odaklanılır. Proje ekiplerindeki kişiler bunu bazen bilmeyerek, bazen de kendi çıkarları doğrultusunda bilerek yaparlar. Proje yöneticisinin, projenin hangi yöne doğru çekiştirildiğinin farkına varıp, uyanık davranması gerekmektedir.

Proje ekiplerindeki yılanların en tehlikeli oldukları bir diğer konu ise bilgi güvenliğidir. Bazı çalışanlar, projelerdeki kritik bilgileri başkalarıyla paylaşabilirler. Bunun için firma bünyesinde ya da en azından proje seviyesinde yeterli bilgi güvenlik altyapısı kurulmalıdır. Bilgi güvenliği olarak  sadece teknik bilgilerin paylaşılması düşünülmemelidir. Projenin o aşamadaki durumu, proje ekiplerinde kimlerin yer aldığı, müşteri bilgisi, projede yaşanılan aksaklıklar, proje bütçesi, takvimi, paydaşları gibi bilgilerin de paylaşılmaması önemlidir. Rakip firmaların proje hakkında elde edeceği ufak bir bilgi kırıntısı bile projeyi ve firmayı zor durumda bırakabilecektir. Bu nedenle, proje ekiplerindeki yılanların güvenlik açıklarından sızma girişimlerine engel olunmalı, gerekli güvenlik tedbirleri devreye alınmalıdır. Aksi halde en küçük ve göz ardı edilen bir yerden sızıntı olabilecektir.

Proje yöneticileri her zaman dikkatli olmalı, bilinçli veya bilinçsiz şekilde tartışmalara girmemelidir. Bazen bu tür tartışmalar ne projeye ne de kendisine fayda sağlayacaktır. Aksine projeler sekteye uğrayacaktır. Fazla iyi niyet ve saflıktan uzak durup, gerçekçi olmakta fayda vardır.

09 Nisan 2020

Proje Yönetimi Manifestosu -2


PROJE YÖNETİMİ MANİFESTOSU-2


Önceki yazımızda başladığımız Proje Yönetimi Manifestosuna yeni bir madde ile devam ediyoruz. 10 maddeden oluşan manifestomuzu proje yönetiminin olmazsa olmazları olarak görüyoruz. Proje yönetiminin bir meslek olarak ülkemizde yerleştirilmesi, önem kazanması ve hak ettiği değeri elde etmesi için manifestomuzdaki maddeleri tüm proje yöneticilerinin sahiplenmesi önemlidir. 


*********************************************************************************
Manifesto Madde-2:
HER PROJENİN, PROJE YÖNETİCİSİ OLACAKTIR

*********************************************************************************
Aslında bir proje varsa, bir yöneticisinin olması da doğal ve anlamlı gelmektedir. Ancak bu varsayıma rağmen gerçek bundan çok farklıdır. Ülkemizde geçmişten bugünümüze kadar proje yöneticilerine olan bakış ve algı hep aynı değildi. Yani hiç bir zaman, bir proje ortaya çıktığı zaman hemen bir proje yöneticisi atanmadı. Zaten proje kavramı da çok eskiden beri var olmamıştı. İlk başlarda firmanın yaptığı işlerin bütünü bir proje olarak ele alınırdı. Sonraki zamanlarda yurt dışı kaynaklı örgütlerin ortaya koyduğu kavramların ülkemizde benimsenmesi ve bazı kalite standartlarının/modellerinin zorlaması ile projelere yaklaşım değişti. 

Süreç tanımlarında proje yöneticisi gibi roller tanımlanmaya başlanınca firmalarda en deneyimli veya en kıdemli personeller proje yöneticisi olarak atanmaya başlandı. Aslında bu tam bir görev ataması değildi. İşi en iyi bilen kişiler oldukları düşünüldükleri için o rol onların üstünde kaldı. Geçmişte birçok "Şef Mühendis" rolündeki çalışanlar gerçekte proje yöneticiliği yapmaktaydılar. Çok az firmada gerçek anlamda bir "Proje Yöneticisi" rolü/görevi tanımlanmıştı. 

Projeler, kıdemli veya deneyimli kişilerin ek iş olarak yönetecekleri çalışmalar değildir. Ekibin imece usulü yönetim faaliyetlerini gerçekleştirmesi mümkün değildir.

İlerleyen yıllarda, birçok ihalede veya sözleşmede "bir proje yöneticisi atanacaktır" benzeri şartname maddesi yer almaya başlayınca firmalar gerçekten birilerini proje yöneticisi olarak görevlendirmek zorunda kaldılar. Ancak burada da genelde şirkete yeni girmiş, tecrübesiz ve fazla iş yükü olmayan kişiler, sırf şartname maddesini karşılayabilmek adına bu göreve getirildiler. Böylece hem onlara iş çıktı, hem de kağıt üstünde de olsa bir proje yöneticisi atanmış oldu. O deneyimsiz proje yöneticileri de genelde toplantı düzenlemek ve müşteri ile yazışmaları hazırlamaktan öte işler yapmadılar. Asıl işler, planlama ve yürütme işleri yine teknik, deneyimli ve kıdemli kişiler üzerinden gerçekleştirildi. Proje yöneticileri sadece vitrin arayüzü olarak kaldılar. Bir bakıma proje sekreterliği yaptılar. Matriks yapılanmada en pasif durumdaydılar. Zaman içinde projeler büyüdükçe, kapsamları ve bütçeleri arttıkça proje yöneticilerinin önemi, yetkisi ve sorumluluğu arttı. Ancak bazı firmalar halen eski yaklaşımla devam etmektedirler. 

Projelerde, sırf deneyimsiz çalışanlara iş vermiş olmak için proje yöneticisi atanmamalıdır. Proje yöneticisi; planlama, izleme, koordinasyon ve yürütme faaliyetlerini gerçekleştirecek yetkinlikte ve sorumlulukta olmalıdır.

Firmalar proje yöneticisi ataması yaparken genelde projenin geliştirileceği alanda uzmanlaşmış kişiler olmasına dikkat etmektedirler. Ancak proje yönetimi metodolojisini açıklayan kitaplarda böyle bir zorunluluk olmadığı belirtilmektedir. Temel proje yönetim işlevlerine hakim, yöntemlerini bilen ve uygulayabilecek herkes proje yöneticiliği yapabilmelidir. Proje yöneticiliği; alan uzmanlığı gerektirmeyen, kendine has yöntemleri ve yaklaşımları olan bir meslektir. Teknoloji projelerini yöneten bir proje yöneticisinin, bir inşaat projesini de yönetebileceği varsayılır. Belki ilk aşamada proje yöneticileri alanın terminolojisinden kaynaklı bazı zorlanmalar yaşasalar da zaman içinde temel proje yönetim yöntemlerini uygulayarak başarılı olacaklardır. Proje yöneticisi aynı zamanda yönetim, iletişim ve liderlik konularında da yetkinlik ve deneyim kazanmalıdır. Proje yöneticilerinin mesailerinin büyük kısmı iletişim ve liderlik çalışmalarında geçmektedir.

Proje yöneticileri, her çalışma alanındaki projeleri yönetebilecek şekilde temel proje yönetim tekniklerine ve yöntemlerine sahip olması gerekir.

İletişim, koordinasyon, planlama ve yürütme faaliyetlerinin tek elden gerçekleştirilebilmesi için projelere yalnızca bir proje yöneticisi atanması gerekir. Aynı projede birden fazla yönetici veya yönetici rolünü üstlenen proje ekibi üyesi varsa; karar verilmesi gereken durumlarda yetki ve sorumluluk karmaşası ortaya çıkacaktır. Yönetimin tek elden olması faydalıdır. Proje yöneticilerinin karar almakta zorlandığı durumlarda bir üst yöneticinin olması elbette olabilir ancak aynı rol ve sorumluğa sahip proje yöneticisi olmamalıdır. Projenin kapsamı ve büyüklüğü nedeniyle bazen birden fazla proje yöneticisinin atanması gereken durumlarda, her proje yöneticisinin yöneteceği proje parçalarının belirlenmesi gerekir. Proje yöneticileri projelerinin sınırlarını ve yetkilerini net olmak bilmek isteyeceklerdir. Bunu sağlamadan bir projeyi birden fazla yöneticinin yönetmesi zordur.

Sonuç olarak;
  • Projeler kendi haline bırakılacak, ekiptekilerin birbirlerine yardım ederek imece usulü geliştirilecek çalışmalar değildirler.
  • Projelerde yönetim, yürütme ve izleme faaliyetleri için yetkin ve sorumlu bir proje yöneticisi  olmalıdır. 
  • Proje yöneticisi sadece projenin geliştirildiği alanda uzmanlaşan kişilerden olmak zorunda değildir. 
  • Proje yöneticisi teknik alandaki bilgi ve becerilerden daha çok yönetim, iletişim ve liderlik konularında yetkinlik ve deneyim kazanmalıdır.
  • Bir projenin yalnız ve sadece bir proje yöneticisi olmalıdır. 
  • Birden fazla proje yöneticisinin çalışması gereken durumlarda, ilgili proje mantıksal parçalara ayrılmalı ve her bir proje yöneticisinin sorumlu oldukları parçalar net olarak belirlenmelidir.

05 Nisan 2020

Hikayeden İşler-7




HİKAYEDEN İŞ'LER-7


"Hikayeden İş'ler" yazı dizimizde bu bölümde çevremizdeki köpekbalıklarından bahsedeceğiz.  Hikaye anlatıcılarının önemli sorumluluklarından birisi dinleyenleri canlı tutmaktır. Her hikaye, her dinleyende aynı duyguyu ve heyecanı oluşturamayabilir. Anlatıcının bunu umursamaması mümkün değildir. Ben söyleyeceğimi söyler, geçerim gibi bir anlayış asla olamaz. Dinleyenleri canlı tutmanın yöntemi, anlatıcının hikayesine olan tutkusu olacaktır. Dinleyenler bu tutkuyu hissedemezlerse, anlatılanların da etkisinde kalamazlar. Hikaye anlatıcısının, her bir dinleyenle arasında bir elektrik kablosu çekilmiş olduğunu düşünmesi gerekiyor. Uyuşmuş bir dinleyiciye veya dinleyicilere şok dalgası gönderebilmesi lazımdır. Bunu da ya ses düzeyiyle ya da mimikleriyle yapabilir. Bazı durumlarda ise doğrudan uyuşmuş dinleyicilere sorular sorar, "öyle değil mi?" diyerek teyitler alabilir. Önemli olan dinleyicilerin hep canlı ve dikkatli olmasını sağlamaktır.


ÇEVREMİZDE KÖPEKBALIKLARI NEDEN VAR? 


*********************************************************************************
Japonlar bir ada toplumu olarak taze balığı her zaman çok sevmişlerdir. Fakat Japonya sahillerinde, bol balık az bulunduğundan, balıkçılar talebe cevap vermek için daha büyük teknelerle okyanusa açılmaya başlamışlar. Başlangıçta balık tutmak için uzaklara gidildikçe, geri dönülmesi de daha uzun zaman almaya başlamış. Dönüş bir-iki günden daha fazla uzarsa, tutulan balıkların da tazeliği kaybolmaktaymış. Bu durumda Japonlar, tazeliği kaybolmuş balığın farkını anlayıp lezzetini hiç sevmemişler. 

Bu problemi çözebilmek için balıkçılar, teknelerine soğuk hava deposu yaptırmışlar. Böylece istedikleri kadar uzağa gidip, tuttukları balıkları da soğuk hava deposunda dondurulmuş olarak saklayabilmişler. Ancak Japon halkı, bu defa da taze balıkla dondurulmuş balığın lezzet farkını ayırt etmiş ve dondurulmuş balıklara çok para ödemek istememişler. Bunun üzerine, balıkçılar çareyi teknelerine akvaryum yaptırmakta bulmuşlar.  Tutulan balıklar seyahat boyunca canlı olarak akvaryumda yaşamaya devam etmişler. 

Ancak Japon halkı bu defa da canlı olmasına rağmen bu balıkların da lezzetinde yine bir farklılık hissetmiş. Hareketsiz, uyuşmuş bir durumda günlerce yol giden balığın; canlı, diri ve hareketli balığa göre lezzeti çok farklıymış, kötüymüş.

Sonunda Japonlar taze ve lezzetli balığı sofralara getirebilecekleri bambaşka bir yol bulmuşlar: Balıkları yine teknedeki akvaryumlarında tutarken içine küçük bir de köpekbalığı atmışlar. Böylece balıkların bir kısmı köpekbalığı tarafından yutulmasına rağmen geride kalanlar sürekli hareket halinde  oldukları için son derece taze kalabilmişler.

*********************************************************************************

İş hayatında çevremizdeki bazı kişilerden rahatsızlık duyarız. Öyle ki, o kişilerle aynı ekipte veya aynı ortamda olmamaya çalışırız. Onların yaptıkları her konuşmadan, her hareketten sıkılırız, mümkünse uzak durmaya çalışırız. Ancak bu her zaman mümkün değildir. Bir diğer konu ise ekip içi rekabettir. Ekipler içinde veya ekipler arasında sürekli bir rekabet vardır. İş dünyası; herkesin terfi almak, yüksek maaş beklentisi ve yetki, sorumluluk kazanmak için rekabet içinde olduğu bir ortamdır. Şirketler de sürekli birbirleriyle rekabet halindedirler. 

"Rakiplerinize önem verin, hatalarınızı ilk önce onlar fark eder"

Bu rekabet ortamı hem piyasayı hem de ekibi canlı tutacaktır. Hiçbir şirketin uyuşmuş, köhneleşmiş ve hareketsiz çalışanlara tahammülü yoktur. Çalışanların sürekli canlı ve rekabet içinde olmasını isterler. Birbirleriyle rekabet içinde olan ekiplerin en iyi performans göstereceği düşünülür. Fakat bir diğer yandan da ekip içindeki sinerjiyi de korumak gerekir. Rekabetin fazlası bir süre sonra negatif sinerji yaratacaktır. Yıkıcı rekabet, öldürücüdür. Rekabet ortamında uyuşuk kalmaya devam edenler bir süre sonra diğerlerine yem olacaklardır. Tıpkı hikayemizdeki köpekbalıklarına yem olan balıklar gibi..

"İş dünyasında rekabet olmasaydı, başarı olmazdı" 

Bazen firmalar veya yöneticiler ekip içinde canlılığı arttırmak ve rekabet ortamı yaratmak için ekibin içine ekiptekilere rakip olacak kişileri (köpekbalıklarını) dahil ederler. Ekip içinde uyuşuk durumda olan çalışanlar yeni ortamda hayatta kalabilmek için ya canlanırlar, ya da ayrılmak zorunda kalırlar. Ancak aşırı rekabet oluşması durumunda tüm ekibin yok olmasının da önüne geçmek gerekir. Çünkü bir süre sonra ekipteki herkes mücadelede başarılı olmak için birer köpekbalığı gibi davranmaya başlarlar. Bu durumda çalışma ortamı yaşanılmaz hale gelir. 

"Rekabet aşı gibidir, uygun dozda olduğu sürece vücudu saldırılara karşı dirençli tutar, fazlası hastalandırır, öldürür. "

Uyuşuk olmanız durumunda, 
sizi canlandırmak için, 
rekabet ortamı yaratmak için, 
kaliteyi ve performansı arttırmak için
ekibinize köpekbalıkları koyarlar! 

İş hayatında çevrenizdeki köpekbalıklarına yem olmamak için sürekli uyanık olun, CANLANIN!