Translate

Kasım Şen - (Mütehayyil)

29 Haziran 2024

ZÜĞÜRT AĞA-4 (YAĞMUR DUASI)


ZÜĞÜRT AĞA-4 (YAĞMUR DUASI)

Züğürt Ağa filminden iş hayatına yönelik sahneleri analiz etmeye ve sunmaya devam ediyorum. Filmin konusunun geçtiği köyde susuzluk yaşanmaktadır. Dolayısıyla kuraklık nedeniyle yeterli mahsul elde edilememektedir. O yıllarda yeterli sulama imkanları da olmadığı için yağmur dışında hiçbir umut yoktur. Filmde çare olarak yağmur duasına çıkılması önerilir.

Ağa ile köyün dini lideri şıh arasında rekabet bulunmaktadır. Yağmur duasına çıkmak için şıh bazı taleplerde bulunur. Ağa bunu kabul etmez ve karşılıklı olarak birbirlerini tehdit ederler. Sonunda şıh ikna olur ve yağmur duasına çıkarlar. Ama ne yazık ki, yağmur yine yağmaz.  

“Yöneticiler de yağmur duasına çıkarlar!”

Kültürümüzde yer alan yağmur duasında Tanrıya düşülen zor durum gösterilmeye çalışılır. Acındırma ve merhamet dileme söz konusudur.

Sizin şirketinizde de yağmur duasına çıkılıyor mu?!

Sanırım bazılarınız saçmaladığımı düşünüyorsunuz. Günümüzün teknolojik imkanlarıyla yağmurun hangi şartlar altında yağabileceğini, yağmur bombalarının kullanılabileceğini birçok kişi ve firma bilir. Ancak şirketlerde de bazı yöneticiler yağmur duasına çıkarlar. Bu ritüel elbette bir imam ile dua ederek olmamaktadır. Şirketler belli dönemlerde “yağmur duası” toplantıları organize ederler. Kimisi yarıyılda, kimisi 3 veya 4 ayda bir toplanıp, yağmur duası ayini düzenlerler. Bu toplantılar ağlama seanslarıyla doludur. Orta düzey yöneticiler, üst yönetime ekonomik göstergeler üzerinden kötü tabloyu sunarlar ve kendilerini aklamaya çalışırlar. Bazısı türlü türlü mazeretler sunarak acındırmak ve affedilmek ister.

 “Olmayacak duaya amin demek!”

Ekonomik göstergeler açıkça kötü durumu gösterse de yöneticiler gelecek için umut vaat ederler. Kimisi yapılan yatırımın geri dönüşünün muhteşem olacağını, kimisi pazarın yeniden açılacağını, kimisi de ARGE faaliyetlerinden elde edilecek başarıların kurtuluş olacağını söylerler. Şirketin tüm gelir kaynakları kurumuş durumda iken bu yöneticiler aslında yağmur duasına çıkmışlardır. Şirkete can verecek, yeniden yeşertecek acil para girişine yani yağmura ihtiyaç vardır. Ancak yöneticiler bu yağmurun kendilerinin yaptığı dualarla geleceğini ummaktadırlar. Bazı çalışanlar da bu dualara iman edip, amin demektedir. Gerçeği gören çalışanlar ise bunun yapılan yağmur duası ayinleriyle olmayacağını bilmektedir.  

Şirketteki bütün CxO’ların katıldığı, üst yöneticilerin bulunduğu, kelli felli insanların olduğu toplantılarda gerçekleri tüm açıklığıyla konuşmak önemlidir. “İnşallah”, “Maaşallah” gibi temenni içeren cümlelerle dua etmek faydasızdır.

“Şemsiyenizi unutmayınız!”

Yağmur duasına giderken hiç şemsiyesini alıp gelen gördünüz mü?

Sanırım yoktur. Çünkü yağmurun dua edilince yağacağına inanç yoktur aslında. Gerçekten içinde umut olsaydı ıslanmamak için şemsiyesini alıp giderlerdi.

Benzer durum şirketlerin yağmur duasında dönüşen toplantılarında da yaşanır. O toplantılardan önce veya hemen sonra işlerin iyiye gideceğini düşünerek hisse senetlerini alan olur mu? Ya da firmaya ortak olmayı düşünürler mi? Çevresindeki kişilere haber salıp “bizim şirketimiz çok büyüyecek, çok kazanacak, sen de bizim şirkete geçsene” diyenler olacak mıdır?

Sanmam..

Çünkü kimse şemsiyesini almayı düşünmemiştir.

Çünkü umut yoktur..




14 Haziran 2024

SARI ÖKÜZ



SARI ÖKÜZ

Sarı öküzün hikayesini bilir misiniz? Sanırım pek çok kişi bir yerlerden duymuştur veya okumuştur. Ben yine de bilmeyenler için kısa bir şekilde anlatmaya çalışayım.

Otlakların birinde, bir öküz sürüsü yaşarmış. Çevredeki aslan sürüsünün de gözü öküzlerdeymiş. Ancak, öküzler saldırı anında bir araya geldiği zaman, aslanların yapacak bir şeyi kalmazmış. Bu yüzden küçük hayvanlarla beslenmek zorunda kalan aslanlar, iyi beslenemediği için bir çare düşünmüşler. Aslanlar, beyaz bayrak çekmiş ve öküz sürüsüne yanaşmışlar. Öküzlerle tatlı dille konuşmaya başlamışlar:

-“Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün, buraya sizden özür dilemek için geldik. Biliyorum, bugüne kadar sizlere zarar verdik ama inanın ki, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o sarı öküzde. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de, barışseverliğimizi unutuyor ve saldırganlaşıyoruz. Sizinle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, sizde kurtulun ve yine barış içinde yaşayalım”.

Boz Öküz ve heyeti bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı Öküzü aslanlara vermişler. Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, bu kez Uzun Kuyruğu istemişler. Öküzler, bu defa Uzun Kuyruğu teslim etmişler. Bu olay her seferinde farklı bahanelerle sürekli tekrarlanmış. Sayıları azaldıkça sonunda öküzler zayıflamışlar. Öküzler, birer birer aslanların pençesinde can verirken, geriye birkaç öküz kalmış. İçlerinden biri liderlerine,

-“Ne oldu bize, nerede kaybettik bu savaşı? Oysa, vaktiyle ne kadar güçlüydük” diye sormuş.

Öküzlerin lideri, gözleri nemli şekilde

-“Biz”demiş, ”Sarı Öküzü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı. Sarı Öküzü vermeyecektik…”

“Her taviz, bir sarı öküzdür!”

Bazı yöneticiler bazen küçük bir çıkar için, bazen de koltuklarını korumak için küçük küçük tavizler vermeye başlarlar. Bu tavizler kimi zaman bir personel olur, kimi zaman da bir değer, bir erdem olabilir. Zaman içinde bu küçük tavizlerin yerini büyük fedakarlıklar ve büyük kurbanlar alır. İşte o noktada yöneticiler tüm iradesini ve gücünü yitirir. Çünkü tavizler verdikçe, daha fazlası istenilecek, daha da fazlası talep edilecektir. İlk başta talep edilen küçük tavizler karşısında dik duruş sergilemiş olsalardı, bu durumla karşılaşmayacaklardı.  

“Bir kereden çok şey olur!”

İş hayatında verilen sarı öküzlerin ilk mazereti “bir kereden bir şey olmaz, canım” şeklindedir. Öyle ya, ufak bir taviz vermekle çok şey kaybedilmez! Ancak işin sonu öyle değildir.

-Bir çalışan için tüm ekibi küstürmeyi göze almak;

-Koltuğunda bir gün daha fazla oturabilmek için ekibine yapılacak saldırılara (mobbing) göz yummak, sessiz kalmak;

-Yöneticisine şirinlik yapmak için personelini küçük düşürmek;

-Cüzdanını vicdanından ön planda tutmak;

-Herkese mavi boncuk dağıtırken, adaleti unutmak;

-Ben ne yaparsam yapayım, sıkıntı olmaz diye düşünmek;

-Herkes etrafından bir bir kaybolurken bile farkına varamamak, görmek istememek;

İşte bunlar verilen birer sarı öküzdür. Bir kereden çok şey olur, alışkanlık olur..

“Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez?!”

Siz sarı öküzleri verirken, onları çığlıkları her yere yayılır aslında. Ancak duymazsınız, duymak istemezsiniz. Her bir taviz ardından koskoca bir feryat, bir figan bırakır. Kaz gelecek diye tavuk esirgemeyenler, sarı öküzleri de hiç esirgemeden kolayca kurban edecektir.

Ekiplerde kurban verilen sarı öküzlerin bıraktıkları boşluklara bir gün o yöneticiler düşmeye başlayacaktır. Her bir çukura düştükçe, verdiği tavizler aklına gelecektir. Ve asıl kaybettiği günü hatırlayacaktır. Ancak artık nafile!..

Şiir:

Bu konuyu geçmişte yazdığım bir şiirim ile bitireyim:

SARI ÖKÜZ (25.05.2017)
Kendimi, hemen ele verilecek,
gözden çıkarılacak
sarı öküz gibi hissediyorum..
 
sadece his değil,
düpedüz sararmış bir halde
sürüden gidecekmişim gibi
hazır bekliyorum..
 
saçlarım sarı mı?
değil!..
tenim: buğday kırmızısı
ama yine de
bu sürüde sarı öküzüm,
bekliyorum gözüm..
 
oturup karar vermişler,
azgın, aç aslanlara
verilebilecek tek diyet
kime niyet, kime kısmet
sarı öküzü feda etmişler..
 
şimdi, benden sonra
sıra kimde?

 



25 Mayıs 2024

ZÜĞÜRT AĞA-3 (KEKEÇ SALMAN)


ZÜĞÜRT AĞA-3 (KEKEÇ SALMAN)

Züğürt Ağa filmi iş hayatına örnek olabilecek çok fazla konu ve karakter içermektedir. Bunlardan bir diğerini sunmaya devam ediyorum. Önceki yazımızda köy halkına verilen cennet tapusunu ve buna bağlı olarak çalışanlara vaat edilen cennetlerden bahsetmiştim. Bu yazımda filmin ağadan sonra en önemli karakteri olan Kekeç Salman’ı ele almak istiyorum. Erdal Özyağcılar tarafından başarıyla canlandırılan bu karakter, hayatımızın birçok noktasında karşımıza çıkması muhtemel tiplerden birisidir.

Kekeç Salman’ın hikayesi köyünden kovulup; karısı, kız kardeşi ve çocuğu ile ağanın köyüne sığınmasıyla başlar. Önceki köyden de zaten kötü işler yaptığı için kovulmuştur. Elinden hiçbir iş gelmemektedir. Ancak kendisini ağaya acındırarak sığındırır. Ağa çocuğuna ve ailesine acımıştır. Basit işler yapması için yanında kalmasına izin vermiştir.  

“Merhametten maraz doğar!”

Kekeç Salman, ağanın yanına yerleştikten sonra köylüleri (marabaları) ağaya karşı kışkırtmaya başlar. Kuraklık nedeniyle hasat az olmuştu ve ağa tarafından köylülere verilen pay da azalmıştır. Kekeç Salman marabaların haklarını almaları gerektiğine inandırarak, bir gece vakti tahıl ambarını soyarlar. Ağa tüm varını, yoğunu yitirmiştir. Marabalar da köyden şehre gitmişlerdir. Sonunda ağa da her şeyini satıp, İstanbul’a taşınır. Hikaye bu şekilde devam eder.

Ağanın acıyıp yanına aldığı kişi, ağanın ocağına incir ağacını dikmiştir. Yine önceki köyde yaptığı kötülüğü yapmıştır. Ağa, Kekeç Salman’ın geçmişini iyi araştırmadan, sorgulamadan evinin içine kadar sokmuştur. Bu durum kendi sonunu hazırlamıştır.   

“Huylu huyundan vazgeçmez..”

İnsanların karakterleri belli bir yaşa kadar olgunlaştıktan sonra pek fazla değişmez. Bu nedenle iş hayatında teknik yetkinlikler dışında çalışanların karakterleri de oldukça önemlidir. Üstün becerilere sahip olsa da kötü bir karaktere sahip kişiler her zaman işine ve çevresine zarar verirler. Çünkü ne kadar çok iyi eğitim alsa da, ne kadar çok tecrübeli olsa da kişinin karakteri bir süre sonra gerçek yüzünü ortaya çıkaracaktır.

Peter Schutz, Porsche CEO (1981-1986) tarafından söylenen şu söz çok doğrudur: “Karakteri işe alın, yeteneği eğitin.” İşe alım süreçleri bu sebeplerden dolayı çok önemlidir.  Karakter sahibi olmayan birisini ne kadar eğitseniz de karakterini değiştiremezsiniz. Günümüzde artık işe alım sırasında birçok firmada kişilik testleri yapılmaktadır. Bunlar belli bir ölçüde kişinin karakteri, huyu ve davranışları hakkında bilgi verebilmektedir. Ancak yine de insanlar bazı kötü huylarını, kötü düşüncelerini ve sinsi hesaplarını gizleyebilmektedir. Bazı deneyimli işe alım uzmanları bu kişilerin yalan söylediklerini ve gerçek kimliklerini gözlemleyebiliyorlar. Elbette bu zaman içinde kazanılan bir yetkinlik.

İşe alım sırasında yapılan teknik mülakatlar kişinin yetkinliğini yani işi yapmak konusunda ehliyetinin olup olmadığını ortaya koyar. Kişinin o işe ve firmaya layık olup olmadığını yani kişinin liyakatının olup olmadığını ise diğer görüşmeler ve testler ortaya koyacaktır.

“Bir kötünün yedi mahalleye zararı vardır”

Karakteri kötü kişiyi işe almanın zararı sadece o kişi ile sınırlı olmayacaktır. Zaman içinde ekibin içindeki diğer kişileri de ayartacak, kandıracak ve kendi kişisel amaçları doğrultusunda kışkırtacaktır. Bir kişi nedeniyle tüm ekibi hatta tüm şirketi kaybetmek durumuyla karşılaşılabilir. Dolayısıyla işe alım sırasında “kötü birisi çıkarsa, işten atarım, gönderirim” gibi bir yaklaşım doğru olmayacaktır. O kişi ile birlikte birçok iyi çalışanı da kaybedebilirsiniz.

Aynı zamanda karakteri güçlü, şirketine bağlı ve iç motivasyonu yüksek çalışanları da kaybetmemek, onları sonradan alınan kötü karakterli kişilere tercih etmemek de gerekir. Ne kadar tecrübeli ve yetkin olsalar da elinizdeki iyileri onlara kurban etmemelisiniz.

Sonuç olarak atalarımızın bu sözü çok gerçekçidir:

“Eşeğe altın semer vursalar yine eşektir”



04 Mayıs 2024

GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI ZOR?

 

GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI ZOR?

Türk sanat müziğinin benim de çok beğendiğim bir şarkısının sözleridir:

“Gitmek mi zor?
Kalmak mı zor?
O sabahı sen bana sor
Ayrılığı sen bana sor”

Özellikle Zeki Müren tarafından oldukça güzel yorumlanmıştır (*). Sözleri pek anlamlıdır. Her ne kadar iki sevgilinin ayrılığını dile getirmiş olsa da genel olarak tüm ayrılıklar için geçerlidir. Benzer ayrılıkları iş hayatında da yaşamaktayız. Elbette sevdiklerimizle yaşadığımız ayrılıklar gibi derinden etkilemese de nihayetinde bir yeri terk etme, uzaklaşma, bırakıp gitme olduğu için başka türlü etkileri olabilmektedir.

Günümüzde, iş hayatında duygusal olmanın gerekli olmadığı, ayrılıklara da profesyonel yaklaşılması önerilmektedir. Aslında haklı bir görüştür. Karşılıklı anlaşmaya/sözleşmeye ve alışverişe dayalı bir akit olması nedeniyle duygusal yaklaşmak anlamsız görülebilir. Ancak insani erdemlerimiz nedeniyle bulunulan mekanla veya işyerleri ile duygusal bağ kurmamız da garip bir durum değildir.

Şirketlerden çalışanların neden ayrıldığına veya ayrılmak istediğine dair pek çok araştırma yapılmıştır. Ücret politikası, terfi şartları, gelişim imkanları, yan hizmetler, eğitim ve çalışma ortamı gibi pek çok kriter bunun nedeni olabilmektedir. Ancak ayrılıkların nedeni sadece tek bir nedene bağlanamaz, birkaç sebebin oluşması gerekmektedir.

Her şeyin mükemmel olduğu, tüm çalışanların üst seviyede memnun kaldığı işyeri yoktur. Bu bir ütopyadır. Her şirketin bir diğerine göre artıları ve eksileri vardır. Bir işyerinde iyi olan bir şey, başka bir işyerinde yetersiz olabilir. İşyerinden büyük beklentiler nedeniyle ayrılanlar genelde hüsrana uğrarlar. O bardak hiçbir yerde ne tam olarak dolacaktır, ne de bomboş olacaktır.

İşyeri değiştirmek alınması çok zor bir karardır. Gitmek mi yoksa kalmak mı daha doğru olacaktır? Bazen bunun cevabı çok kolay olabilir. Çalışma şartları dayanılmaz hale gelince ayrılık kararı almak çok kolaydır. Ancak yine de ayrılık kararı sonrası oluşacak belirsizlikler insanı ürkütecektir. Hatalı bir kararın bazen geri dönüşü olamayacaktır. Pişmanlık duyulsa da artık çok geçtir, geri dönülemez.

“Kararlılık” bu konuda yapılması gereken en doğru şeydir. Gelgitler yaşamak yerine bir karar alıp, ilerlemek en doğrusudur. Gitmeye karar verince fazla düşünülmemelidir, ayrılmak en iyisi olacaktır.  Ayrılık sonrası yaşanılacak zorluklar, duygusal depresyonlar ve belirsizlikler zaman içinde kaybolacaktır. Ancak yine de hafızalarda kalan hatıralar hüzünlendirecektir.

O halde şarkımızın sözlerine devam edelim:

"Sormamışsın hiç kimseden
Pek üzgünmüşsün giderken
Aramış durmuşsun beni
Kimseye belli etmeden.."

 

(*): Dinlemek için https://www.youtube.com/watch?v=ChCK04zxvp0