Translate

Kasım Şen - (Mütehayyil)

25 Mayıs 2024

ZÜĞÜRT AĞA-3 (KEKEÇ SALMAN)


ZÜĞÜRT AĞA-3 (KEKEÇ SALMAN)

Züğürt Ağa filmi iş hayatına örnek olabilecek çok fazla konu ve karakter içermektedir. Bunlardan bir diğerini sunmaya devam ediyorum. Önceki yazımızda köy halkına verilen cennet tapusunu ve buna bağlı olarak çalışanlara vaat edilen cennetlerden bahsetmiştim. Bu yazımda filmin ağadan sonra en önemli karakteri olan Kekeç Salman’ı ele almak istiyorum. Erdal Özyağcılar tarafından başarıyla canlandırılan bu karakter, hayatımızın birçok noktasında karşımıza çıkması muhtemel tiplerden birisidir.

Kekeç Salman’ın hikayesi köyünden kovulup; karısı, kız kardeşi ve çocuğu ile ağanın köyüne sığınmasıyla başlar. Önceki köyden de zaten kötü işler yaptığı için kovulmuştur. Elinden hiçbir iş gelmemektedir. Ancak kendisini ağaya acındırarak sığındırır. Ağa çocuğuna ve ailesine acımıştır. Basit işler yapması için yanında kalmasına izin vermiştir.  

“Merhametten maraz doğar!”

Kekeç Salman, ağanın yanına yerleştikten sonra köylüleri (marabaları) ağaya karşı kışkırtmaya başlar. Kuraklık nedeniyle hasat az olmuştu ve ağa tarafından köylülere verilen pay da azalmıştır. Kekeç Salman marabaların haklarını almaları gerektiğine inandırarak, bir gece vakti tahıl ambarını soyarlar. Ağa tüm varını, yoğunu yitirmiştir. Marabalar da köyden şehre gitmişlerdir. Sonunda ağa da her şeyini satıp, İstanbul’a taşınır. Hikaye bu şekilde devam eder.

Ağanın acıyıp yanına aldığı kişi, ağanın ocağına incir ağacını dikmiştir. Yine önceki köyde yaptığı kötülüğü yapmıştır. Ağa, Kekeç Salman’ın geçmişini iyi araştırmadan, sorgulamadan evinin içine kadar sokmuştur. Bu durum kendi sonunu hazırlamıştır.   

“Huylu huyundan vazgeçmez..”

İnsanların karakterleri belli bir yaşa kadar olgunlaştıktan sonra pek fazla değişmez. Bu nedenle iş hayatında teknik yetkinlikler dışında çalışanların karakterleri de oldukça önemlidir. Üstün becerilere sahip olsa da kötü bir karaktere sahip kişiler her zaman işine ve çevresine zarar verirler. Çünkü ne kadar çok iyi eğitim alsa da, ne kadar çok tecrübeli olsa da kişinin karakteri bir süre sonra gerçek yüzünü ortaya çıkaracaktır.

Peter Schutz, Porsche CEO (1981-1986) tarafından söylenen şu söz çok doğrudur: “Karakteri işe alın, yeteneği eğitin.” İşe alım süreçleri bu sebeplerden dolayı çok önemlidir.  Karakter sahibi olmayan birisini ne kadar eğitseniz de karakterini değiştiremezsiniz. Günümüzde artık işe alım sırasında birçok firmada kişilik testleri yapılmaktadır. Bunlar belli bir ölçüde kişinin karakteri, huyu ve davranışları hakkında bilgi verebilmektedir. Ancak yine de insanlar bazı kötü huylarını, kötü düşüncelerini ve sinsi hesaplarını gizleyebilmektedir. Bazı deneyimli işe alım uzmanları bu kişilerin yalan söylediklerini ve gerçek kimliklerini gözlemleyebiliyorlar. Elbette bu zaman içinde kazanılan bir yetkinlik.

İşe alım sırasında yapılan teknik mülakatlar kişinin yetkinliğini yani işi yapmak konusunda ehliyetinin olup olmadığını ortaya koyar. Kişinin o işe ve firmaya layık olup olmadığını yani kişinin liyakatının olup olmadığını ise diğer görüşmeler ve testler ortaya koyacaktır.

“Bir kötünün yedi mahalleye zararı vardır”

Karakteri kötü kişiyi işe almanın zararı sadece o kişi ile sınırlı olmayacaktır. Zaman içinde ekibin içindeki diğer kişileri de ayartacak, kandıracak ve kendi kişisel amaçları doğrultusunda kışkırtacaktır. Bir kişi nedeniyle tüm ekibi hatta tüm şirketi kaybetmek durumuyla karşılaşılabilir. Dolayısıyla işe alım sırasında “kötü birisi çıkarsa, işten atarım, gönderirim” gibi bir yaklaşım doğru olmayacaktır. O kişi ile birlikte birçok iyi çalışanı da kaybedebilirsiniz.

Aynı zamanda karakteri güçlü, şirketine bağlı ve iç motivasyonu yüksek çalışanları da kaybetmemek, onları sonradan alınan kötü karakterli kişilere tercih etmemek de gerekir. Ne kadar tecrübeli ve yetkin olsalar da elinizdeki iyileri onlara kurban etmemelisiniz.

Sonuç olarak atalarımızın bu sözü çok gerçekçidir:

“Eşeğe altın semer vursalar yine eşektir”



04 Mayıs 2024

GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI ZOR?

 

GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI ZOR?

Türk sanat müziğinin benim de çok beğendiğim bir şarkısının sözleridir:

“Gitmek mi zor?
Kalmak mı zor?
O sabahı sen bana sor
Ayrılığı sen bana sor”

Özellikle Zeki Müren tarafından oldukça güzel yorumlanmıştır (*). Sözleri pek anlamlıdır. Her ne kadar iki sevgilinin ayrılığını dile getirmiş olsa da genel olarak tüm ayrılıklar için geçerlidir. Benzer ayrılıkları iş hayatında da yaşamaktayız. Elbette sevdiklerimizle yaşadığımız ayrılıklar gibi derinden etkilemese de nihayetinde bir yeri terk etme, uzaklaşma, bırakıp gitme olduğu için başka türlü etkileri olabilmektedir.

Günümüzde, iş hayatında duygusal olmanın gerekli olmadığı, ayrılıklara da profesyonel yaklaşılması önerilmektedir. Aslında haklı bir görüştür. Karşılıklı anlaşmaya/sözleşmeye ve alışverişe dayalı bir akit olması nedeniyle duygusal yaklaşmak anlamsız görülebilir. Ancak insani erdemlerimiz nedeniyle bulunulan mekanla veya işyerleri ile duygusal bağ kurmamız da garip bir durum değildir.

Şirketlerden çalışanların neden ayrıldığına veya ayrılmak istediğine dair pek çok araştırma yapılmıştır. Ücret politikası, terfi şartları, gelişim imkanları, yan hizmetler, eğitim ve çalışma ortamı gibi pek çok kriter bunun nedeni olabilmektedir. Ancak ayrılıkların nedeni sadece tek bir nedene bağlanamaz, birkaç sebebin oluşması gerekmektedir.

Her şeyin mükemmel olduğu, tüm çalışanların üst seviyede memnun kaldığı işyeri yoktur. Bu bir ütopyadır. Her şirketin bir diğerine göre artıları ve eksileri vardır. Bir işyerinde iyi olan bir şey, başka bir işyerinde yetersiz olabilir. İşyerinden büyük beklentiler nedeniyle ayrılanlar genelde hüsrana uğrarlar. O bardak hiçbir yerde ne tam olarak dolacaktır, ne de bomboş olacaktır.

İşyeri değiştirmek alınması çok zor bir karardır. Gitmek mi yoksa kalmak mı daha doğru olacaktır? Bazen bunun cevabı çok kolay olabilir. Çalışma şartları dayanılmaz hale gelince ayrılık kararı almak çok kolaydır. Ancak yine de ayrılık kararı sonrası oluşacak belirsizlikler insanı ürkütecektir. Hatalı bir kararın bazen geri dönüşü olamayacaktır. Pişmanlık duyulsa da artık çok geçtir, geri dönülemez.

“Kararlılık” bu konuda yapılması gereken en doğru şeydir. Gelgitler yaşamak yerine bir karar alıp, ilerlemek en doğrusudur. Gitmeye karar verince fazla düşünülmemelidir, ayrılmak en iyisi olacaktır.  Ayrılık sonrası yaşanılacak zorluklar, duygusal depresyonlar ve belirsizlikler zaman içinde kaybolacaktır. Ancak yine de hafızalarda kalan hatıralar hüzünlendirecektir.

O halde şarkımızın sözlerine devam edelim:

"Sormamışsın hiç kimseden
Pek üzgünmüşsün giderken
Aramış durmuşsun beni
Kimseye belli etmeden.."

 

(*): Dinlemek için https://www.youtube.com/watch?v=ChCK04zxvp0

 




16 Nisan 2024

İLERİ TEKNOLOJİ JİKLET SANAYİİ

 



İLERİ TEKNOLOJİ JİKLET SANAYİİ

Başrolünde Kemal Sunal’ın oynadığı “Köşeyi Dönen Adam”, Atıf Yılmaz'ın yönettiği 1978 yapımı siyasi içerikli komedi filmidir. Senaryosu Müjdat Gezen'in 1974 yılında yazdığı Eşeğin Karnındaki Elmas isimli romanından uyarlanmıştır. Filmde Kemal Sunal’ın canlandırdığı Adem karakteri bir jiklet (sakız) firmasında çalışmaktadır. Sanırım o yıllarda henüz sakız kelimesi yaygın kullanılmıyordu. Jiklet, ciklet, çiklet gibi kullanımları vardı. ABD’li “Chiclets” isimli firmanın ürünlerinden dilimize geçmiştir.

Filmde “İleri Teknoloji Jiklet ve Şekerleme Sanayii A.Ş” firmasının müdürü, yönetim kurulunun bazı zafiyetlerinden yararlanarak gerçekleri saklamaya çalışır. Ancak Adem her şeyi karıştırır, olanlar olur. “Mister Dörtnal” denilen eşek gelince ise herkesin gerçek yüzleri ortaya çıkar. Eşeği yönetim kurulu başkanı bile yapmaya kalkarlar.

“Fukara sümüğü gibi dilimize yapıştı!”

Film birçok konuya eleştirel açıdan yaklaşmaktadır. Bence iş dünyası açısından değerlendirilmesi gereken yönlerinden birisi Adem’in çalıştığı firmanın ismidir. Yabancı kökenli bazı kelimeler dilimize öyle yapışıyor ki zaman içinde söküp atamıyoruz. İyi ki Aydın Köksal hocamız gibi dilimize sahip çıkanlar varmış da en azından “bilgisayar, iletişim, bilişim, donanım, yazılım, veritabanı” gibi birçok Türkçe kelimeyi dilimize kazandırmışlar. Ne yazık ki günümüzde bu konularda hassasiyeti olan hocalarımız pek kalmadı.

“Plaza Sakızımız: İleri Teknoloji!..”

Dilimize pelesenk olmuş birçok yeni nesil kavramları yerli yersiz kullanmaya çok yatkınız. Bu arada pelesenk de bir tür yapışkan reçine demekmiş. Onu da sakız gibi ağzımızda geveleyip duruyoruz. Bunlardan birisi de “İleri Teknoloji” ifadesidir. Kime sorsanız herkes ileri teknolojik çalışmalar yapıyorlar. O kadar çok ileri teknoloji yapıyoruz ki herkes arkamızdan bizi yakalamaya çalışıyor sanki. Bir şeyler konuşurken “inovasyon”, “siber teknoloji”, “endüstri x.0” –sanırım en son 5.0 olmuştu- , “iş modeli”, “süreç”, “ekosistem” gibi kelimeleri bir buket yapıp kullanırsanız sizin önemli konulara değindiğinizi düşünürler. Çünkü bunlar yeni nesil sakızlarımızdandır. İş dünyasının diline yapışmış bu sakızları plaza dilinde çokça duyarsınız.

“Dilimizde tüy bitti, İleri Teknoloji bitmedi!..”

Bize ileri teknoloji diye yutturulmaya çalışılan bu sakızların birçoğunu bundan 30-40 yıl önce Avrupa ve ABD ortaya koymuştu, kullanmaktaydı. AR-GE faaliyeti diye devletten alınmaya çalışılan birçok teşvik primlerinin temelinde “İleri Teknoloji” ifadesi geçmektedir. Ne yazık ki birçok AR-GE faaliyeti “ARakla-GEtir” şeklindedir. Pek azı yenilikçi yöntemler içermektedir. Dilimizde tüy bitti ama şirketlerin ileri teknoloji projeleri bitmedi.  

Bizim de bu tarakta bezimiz olsun en azından. Biz de yeni bir firma ismi bulalım: “Kel Başa, İleri Teknoloji Tarak!..”

 



08 Nisan 2024

ZÜĞÜRT AĞA-2 (CENNET TAPUSU)

 

ZÜĞÜRT AĞA-2 (CENNET TAPUSU)

Züğürt Ağa filminden iş hayatına yönelik benzetimleri sunmaya devam ediyorum. Geçen yazımızda ağanın güreş tutkusunu ele alarak şirketlerde happy hours (mutlu saatler) ismi verilen kutlamaları eleştirmiştim. Yine filmin dikkat çeken başka sahneleriyle devam ediyorum. Filmde ağanın desteklediği ve marabalarından oy vermesini istediği partinin seçimleri kaybettiği bir sahne vardır. Seçimde ağanın desteklediği partisine sadece 1 oy çıkmıştır, o da kendi oyudur. Tüm köylüler, köydeki şıh’ın (şeyh, dini önder) vadettiği cennet tapusu nedeniyle karşı partiye oy vermişlerdir. Hatta ağanın babası bile buna kanmıştır.

“Size kimler cennet vadediyor?!”

Tıpkı şıh gibi, iş hayatında da bazı şirketler, bazı yöneticiler zaman zaman çalışanlarına cennet vadederler. Öyle bir hayal satarlar ki; çalışanlar, inandıkları doğrularla ters düşse bile bunlara inanabilirler. Hatta, bu cenneti satanların niteliğine, eğitimine ve bilgisine bile bakmadan kanabilirler. Hepimiz iş hayatımızın değişik zamanlarında cennette tapu pazarlayanlarla karşılaşmışızdır. İçimizden kananlar, inananlar ve mağdur olanlar da olmuştur. Vaat edilen cennet tapusunun gerçek olmadığını anladığımızda artık çok geç olmuştur. Geri dönüş ise bazen imkansızlaşmıştır. Size kim cennet tapusu satmaya çalışıyorsa, önce kendisinin aldığı cennet tapusunu sorgulayın. Şirketlerdeki cennet tapuları yani makam ve mevkiler çoktan başkaları tarafından istimlak edilmiştir, işgal edilmiştir. Size cennet yerine cehennemin dibini bırakmışlardır..   

“Koyunu gütmeye bir tutam ot yeter!”

Bazen ekibinizdeki en iyi çalışanları çekmek için de cennet tapuları kullanılabilir. Ekibinizdeki bir çalışan başka firmaya geçeceğini söyleyerek, kendisine vaat edilen imkanları anlatabilir. Her ne kadar siz kendisine bunların gerçekçi olmadığını anlatmaya çalışsanız da ikna etmeniz kolay olmayacaktır. Çünkü sizin tavuğunuz artık komşunuza kaz görünmüştür. O tavuk da kendisini kaz olarak görmeye başlamıştır. O çalışan, kendisini artık vaat edilen cennette hayal etmeye başlamıştır.

Ekibinizdeki çalışanların bu tür boş vaatlerle kandırmalarını istemiyorsanız, siz bu dünyadaki gerçek tapuları kendilerine sunmalısınız. Bunu da geç kalmadan, başkaları cennet tapuları vadetmeden yapmalısınız. Yoksa sonradan vadedeceğiniz şeylerin önemi kalmayacaktır. Filmdeki ağa da köydeki çalışanlarına hakları olan geliri vermiş olsaydı, onlar da şıha inanmayacaklardı.

“Küçük rüşvetler, büyük ahlaksızlıkları doğurur!”

Filmde ağa, sözde köylülere küçük rüşvetler vererek kendi partisini kazandırmaya çalışmıştır. Köylüler de hayal ürünü olan cennet tapuları karşılığında ağaya karşı büyük bir nankörlük etmişlerdir. Dolayısıyla onların yaptıkları da ahlaksızlık olarak görülebilir. Ancak her şey ağanın verdiği küçük rüşvetin karşılığında gerçekleşmiştir.

Şirketlerde de, çalışanların küçük ikramiyelerle, ödüllerle ve övgü dolu sözlerle kendisine biat etmesini isteyen yöneticiler de aynı şekilde büyük ahlaksızlıkların önünü açmış olacaktır. Sizin her yaptığınızı onaylayan, her sözünüzü alkışlayan, herkesin önünde size biat eden, tasdikleyen çalışanlarınız varsa dikkat ediniz. Sizin verdiğiniz küçük rüşvetler bitince ya da başkaları daha fazlasını verince size karşı geleceklerdir. Şunu unutmamak gerekir:

“Cennetin tapusu üç kuruşluktur; alan da, satan da aynı değerdendir!”