Translate

Kasım Şen - (Mütehayyil)

27 Mart 2020

Hikayeden İşler-6



HİKAYEDEN İŞ'LER-6


"Hikayeden İş'ler" yazı dizisinin bu bölümünde kaplandan kaçabilenler olabilir mi diye inceleyeceğiz. Kaplan, aslan ve benzeri vahşi hayvanların pençelerinden kaçmanın imkanı yoktur elbette. Aslan avı hikayelerini okuyanlar veya dinleyenler olmuştur ancak bana hiç inandırıcı gelmemiştir. Hikaye anlatımında inandırıcılık çok önemlidir. Bazı olayları ve kişileri abartılı şekilde anlatmak mümkün olabilir. Ancak bu tür anlatımlar belki masallarda veya efsanelerde kendine yer bulabilir. Masallar ve efsaneler çocuklar için ilgi çekebilir ancak entelektüel bir ortamda veya sunumda masalsı anlatımlar yapmak hiç inandırıcı olmayacaktır. Bu nedenle hikaye anlatıcılarının -şayet masal veya efsane anlatmıyorlarsa- gerçekçi ve inandırıcı hikayeler anlatmaları önemlidir. Aksi halde dinleyicilerin "haydi canım sen de" diye yakınmalarını duymaya başlarlar. Belki de dudaklarını bükerek eleştirilerini yansıtırlar.

Hikaye anlatıcılarının kendilerini ve hikayelerini geliştirmeleri istenen, beklenen bir durumdur. Bazı hikaye anlatıcılarının daha önce anlattıkları hikayelere bazı eklentiler yaparak iyileştirdikleri veya geliştirdikleri görülür. Hatta aynı tema üzerinden, aynı aktörleri kullanarak farklı farklı hikayeler anlattıkları olmuştur. Burada önemli olan tekrara girmeden, ilgi çekici iyileştirmeleri ve gelişmeleri sağlayabilmektir. Kendini yenilemeyen bir hikaye anlatıcısı, hep aynı hikayeleri anlatarak zaman içerisinde sıkıcı olacaktır. Hikayelerinde günceli yakalayabilmek, hikayelerine güncel olayları ve nesneleri dahil edebilmek aslında hikaye anlatıcısının sürekli kendini geliştirdiğini gösterir. Bunu göz önünde bulunduranlar, hikayelerinde canlılığı arttıracaktır.


KİM KAPLANDAN KAÇABİLİR? 


*********************************************************************************
Bir uçak, kaza sonucu Afrika'da bir ormana düşer. Uçaktaki bir Amerikalı ile bir Japon kazadan sağ kurtulurlar. Bunlar ıssız ormanda yaşam mücadelesi verirken, vahşi bir kaplanın kendilerini fark ettiği ve onlara doğru geldiğini görürler. Bu sırada Japon hemen ayakkabılarının bağcıklarını bağlamaya çalışır. Amerikalı da  Japon’a alaylı bir ifadeyle seslenir:

– Kaplandan daha hızlı koşarak kurtulacağını mı sanıyorsun?

Japon’un Amerikalı'ya cevabı ise şöyle olur:

– Kaplandan değil sadece senden hızlı koşmam yeterli olur

*********************************************************************************
İş hayatını birçok örnekleri nedeniyle vahşi ormana benzetebiliriz. Sürekli rekabetin olduğu, güçlülerin zayıfları yok etmeye çalıştığı, hata yapanın yok olmaya mahkum olduğu acımasız bir dünya.. İşbirliklerinin bile belli bir çıkar doğrultusunda olduğu, en küçük bir kırılma anında ortadan kalktığı, aktörlerin sürekli değiştiği, geliştiği bu dünyada hem firmalar hem de çalışanlar hayatta kalmanın çabası içindedirler. Düşenin dostu olmadığı bu ortamda ayakta kalabilmek için değişime ve gelişime sürekli açık olmak gerekmektedir. Kendini yenilemeyen, gelişmeyen veya değişime direnç gösteren firmaların ve çalışanların gelecekleri tehlike altındadır.

Bunun yanı sıra arkadan gelen yeni firmaların ve yeni çalışanların yarattığı rekabetçi ortam da riskleri artırmaktadır. Özellikle teknoloji firmalarında çalışanların  geçmişteki bilgi ve becerileri uzun ömürlü olmamaktadır. Alttan gelen yeni nesiller daha güncel bilgilerle donanarak geldikleri için eski çalışanlar açısından tehlike oluşturmaktadır. Geçmişte elde ettiği bilgileri yeterli görüp, kendini yenilemeyen, geliştirmeyen çalışanlar arkadan gelen yeni çalışanlar tarafından geçilecektirler. 

"Gelişim bir zirve ise, değişim oraya yükselen merdivenin basamaklarıdır."

Günümüzde bilginin ömrü çok kısadır. Artık 5 yıl, 10 yıl önceki teknolojiler ömrünü tamamlamıştır. Bu bilgilerin üstüne yeni bilgiler, beceriler ve teknikler eklemeyen kişiler tabiri caizse teknoloji dinazoru olacaklardır. Bazı temel bilimlerde ve teolojik konularda değişim hızlı olmayabilir ancak mühendislik alanında çalışanların güncel konulara hakim olması çok önemlidir. Belki yaşları ve geçmiş deneyimleri nedeniyle saygı görmeye devam edebilirler ancak bilgilerinin güncelliğini yitirmesi nedeniyle söyleyecekleri şeylerin geçerliliği olamayacaktır. 

"Değişimden korkanlar, merdivende yukarıya adım atmaya korkarlar!"

Hikayemizde anlatıldığı gibi çalışma alanımızda hep birilerinden daha hızlı koşmaya çalışmamız gerekmektedir. Arkamızdan gelen güncel bilgilerle donanımlı genç çalışma arkadaşlarımızın bir adımda önünde olmak için mutlaka gelişime ve değişime açık olunmalıdır. Geçmişteki bilgi ve deneyimlerimizin kredisi zamanla azalacaktır. 

Hangi alanda çalışıyor olursanız olun, işinizin niteliğini ve önemini düşünmeden,
Hayatta kalmak için, rekabet için,

"Hep bir adım önde olun"

"Unutmayın arkanızdan çığ gibi geliyorlar!"

29 Şubat 2020

Hikayeden İşler-5


HİKAYEDEN İŞ'LER-5


"Hikayeden İş'ler" yazı dizisinde bu kez kurbağa yarışından bahsedeceğim. Hikaye anlatımında dinleyicilerin kendilerinden bir şeyler bulması, içselleştirmesi veya hikayeyi anlatanın yerine kendini koyması anlatılan hikayenin etkisini arttıracaktır. Hikaye anlatıcısı hikayesine "Adamın biri .." diye başlarsa izleyicilerin kendilerini o adamın veya anlatıcının yerine koyması mümkün olmayacaktır. Hikaye aslında rivayet şekline dönüşecektir. Ancak hikaye anlatıcısı "Size bugün babaannemle başımdan geçen bir olayı anlatacağım" diye başlarsa dinleyiciler olaya daha fazla ilgili yaklaşacaklardır. Birçok kişinin de bir babaannesi olduğu için kendilerini hikaye anlatıcısının yerine koymaları daha kolay olacaktır. Ayrıca yaşanmış bir olay olduğu için de ilgi çekecektir.  Bazı hikaye anlatıcıları kurguladıkları hikayeleri, sanki kendi ailesinden birisi yaşamış gibi aktarırlar. Ya da bir hikayeyi herkesin bildiği bir kahramanın ağzından anlatıp, kendi düşüncelerini aktarırlar. Hikayeler he ne kadar dinlenilmesi için anlatılsa da, kulağa hitap etse de aslında kulaktan daha çok göz ve beden hareketleri hikayeyi etkin kılar. Hikaye anlatıcısının mimikleri, el ve kol hareketleri, vücut dili hikayenin kulakta bıraktığı izden daha fazlasını bırakır.  Dolayısıyla kulak bir hikayede en etkisiz organdır. Göz veya hisler hikayeyi daha fazla etkinleştirir. Hikaye anlatıcısı hikayesini vücut diliyle desteklemeli, dinleyicilerin gözlerine hitap etmelidir. 


KURBAĞA YARIŞI 


*********************************************************************************
Kurbağalar bir gün yarışma düzenlemiş. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmış ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasında hiç biri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece şu sesler duyulabiliyormuş: ''çok zor, yazık hiç bir zaman başaramayacaklar!''

Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırmaya devam ediyorlarmış: ''Boşuna uğraşıyor,  hiç bir zaman başaramayacak, kimse başaramadı ki!''

Sonunda bir tanesi hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içerisinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. 

Bir kurbağa ona yaklaşmış ve ''Bu işi nasıl başardın?'' diye sormuş. Kurbağa cevap vermemiş. O anda farkına varmışlar ki, kuleye çıkan kurbağa sağırmış! 
*********************************************************************************

İş hayatının veya genel  olarak tüm hayatın başında herkesin hayalleri ve içinde kalan ukdeleri vardır. Zaman içerisinde çevreden gelen geri bildirimler, tepkiler ve bilinçli/bilinçsiz etkiler sonucunda bu hayaller yıkılır veya törpülenir. Bu negatif bildirimleri dikkate alanlar bir süre sonra hayallerinden vazgeçerler. 

Genel olarak toplumda standartlaştırma gibi eğilim vardır. Toplum, devlet, din ve ideolojiler her zaman tek tip insan modelinin olmasını isterler. Konulan sınırların dışına çıkmaya çalışanlar ya suçlanırlar ya da aforoz edilirler. Kurallar içerisinde kalan insanların bir süre sonra hayalleri yok olmaya başlar. Kendi hayatları yerine başkalarının çizdikleri hayatı yaşamaya başlarlar. Hayalleri için mücadele etmeden yaşamaya, yaşam denilebilir mi? Ancak bazıları için bu çok kolay gelebilir. Düşünmeden, emek harcamadan, zorlanmadan, kolayca ve itaat içinde bir yaşamın kolaylıkları elbette vardır. 

"Özgür olmayan insanların, hayalleri de özgür olamaz!"

İş hayatında hayallerini gerçekleştirmek için yola çıkanlara en büyük engeli ilk başta kendi arkadaş çevresi çıkartacaktır. Bu bazen bilinçli bir kıskançlık sonucu olur, bazen de bilinçsizce korumacılık ve/veya özgüven eksikliğinden kaynaklanır. Hayallerinin peşine düşenlere "ya başaramazsan", "daha önce çok deneyen oldu ama başaramadı", "elindekini de kaybedersin", "sen mi kurtaracaksın?", "biz senin gibileri çok gördük!", "gençken böyle hevesler olur ama ileride aklın başına gelir", "başımıza iş açma, bak ailemiz zarar görür", "tek enayi sen mi kaldın?", "öyle kolay olsaydı, ben de yapardım" ve "benim de öyle hayallerim vardı ama bıdı bıdı bıdı" diye devam eden sözlerle cesareti kırılmaya çalışılır.

Buna rağmen bugün insanlığa hizmet etmiş tüm başarılı kişilerin ise bu tür uyarıları dikkate almadan, önemsemeden devam etmiş olduklarını görüyoruz. Onların girişimci ve ısrarlı çalışmaları sonucunda bugün insanlık bir çok gelişmeyi sağlamıştır. Hayalleri yok etmeye çalışan, engel olan, korkan ve hayalleri için mücadele etmeyen kişilerin ise hayatta hiç bir izleri kalmamıştır. Bu kişileri ya çevresindeki birkaç kişi hatırlıyordur ya da hiç kimse..

"Hayali kurulmayan şeylerin, gerçekleri oluşturulamaz!"

Sonuç olarak, iş hayatında kendinize dair bir hayaliniz olsun. Bu hayalinizi gerçeğe dönüştürmek için çaba gösterin, mücadele verin. Size, hayallerinizi gerçekleştiremeyeceğinizi söyleyen kişilere karşı hep SAĞIR KALIN. Olumsuz düşünen insanları duymayın!…

"Ya hayal ettiğiniz yaşamı yaşayın; ya da başkalarının hayallerini.."

26 Şubat 2020

Proje Yöneticisinin Dokunduğu Fil-3




Proje Yöneticisinin Dokunduğu Fil-3

"Proje Yöneticisi ve Dokunduğu Fil(Proje)"  yazı dizimize "Mızrak" konusu ile devam ediyorum.  Önceki yazılarımızda (Yazı-1 , Yazı-2 ) giriş yapmış ve projelerde karşılaşılan engeller ve aşılması gereken duvarları ele almıştık. Bu yazımızda projelerdeki savaşçıları ve projelerin bir savaş olup olmadığını değerlendireceğiz.  Yazı dizimizin konusunu oluşturan "Körler ve Fil" şiirinde John Godfrey Saxe  şöyle yazmıştı:

İkincisi uzun dişini elledi
Çığlıkla “Hey! Burada ne var?
“Çok yuvarlak, düzgün ve sivri
Çok açık ve net
Bu harika bir özellik
Daha çok bir mızrak gibi”

Bir olguya dikkat çekmek, önemini arttırmak, yüceltmek veya ilgi duyulmasını sağlamak için kullanılan yöntemlerden en önemlisi "metaforları" kullanmaktır. Yapılacak benzetmeler, o konuda söylenecek bir çok sözün yerini alabilecektir.  Bu nedenle bazı proje yöneticileri, projelerinde "savaş" ve "savaşçı" metaforunu kullanmayı severler. Onlara göre projeler bir savaş meydanıdır, proje ekibinin her bir elemanı da korkusuz, gözü pek savaşçılardır. 

Proje yöneticilerinin veya bazen proje sponsorlarının motivasyonu arttırmak için başvurduğu bu yöntem bir süre sonra metaforların karmaşasına dönebilir. Projeler savaş meydanı, proje yöneticilerini komutan ve proje ekibi de savaşçılar olarak gösterilmek istenirse; doğal olarak karşıya "düşman", "kutsal toprak/alan" ve "taarruz, taktik, siper" gibi metaforları yerleştirmek gerekecektir. Savaşın tüm argümanlarının "proje" olgusunun içine yedirilmesi istenecektir.  Savaşın nitelikleri konusunda Sun Tzu'nun Savaş Sanatı  ve  Carl von Clausewitz  tarafından yazılan Savaş Üzerine kitaplarında bu metaforlara yeterince yer verilmiştir. Sun Tzu savaşlarda akılcılığı ön plana çıkarıp, kan dökmeden savaşı kazanmanın yollarını bulmanın önemine değinmiştir, taktik ve strateji olarak ılıman bir anlayışı benimsemiştir. Clausewitz  ise belki de Avrupalı olmanın verdiği bir hırsla, savaşları ölüm ve öldürme üzerine konumlandırmıştır. Ona göre savaş, kan dökerek düşmanı yok etmektir ve zaferler ancak bu yolla kazanılır.

Projeler savaş meydanı olarak görülürse, proje planları katılaşır, değiştirilmesi zorlaşır. Proje ekibinin her biri, kendisini emir alan ve/veya emir veren savaşçılar olarak düşünür. Projede sunulacak çözüm "önerileri", sanki birer emir olarak algılanır. Esneklik ortadan kalkar ve verilen emir harfiyen uygulanmaya çalışılır. Proje ekipleri işlerini ancak emir aldıkları zaman gerçekleştirirler. Proje yöneticileri de tıpkı bir komutan gibi, ekibini bir yerden bir yere harekata yöneltmeye çalışırlar. Gereksinimleri, tasarımları veya iş planlarını sorgulamak asla mümkün değildir. Birileri karar vermiştir, ekibe sadece uygulamak düşer. Sorgulamak asla düşünülemez!

Belki bazı proje yöneticileri için komutan gibi emirler verip, yapılmasını istemek tercih sebebidir. Öyle ya! Ekibine "bunu yapın!" dediği zaman itiraz edilmeden yapılması işlerini kolaylaştıracaktır diye düşünebilir. Ancak bu sakıncalı bir metafordur. Projeler birer savaş değildir. Proje yöneticileri hiçbir zaman emir veren komutanlar değildirler. Geçmişte okuduğum bir yazıda projeler satranç oyununa benzetiliyordu. Aklıma ilk gelen "piyonlar kimler?" demek olmuştu. Proje ekibinde "at", "fil", "kale" gibi roller üstlenenler varsa; demek ki, ortada kolayca gözden çıkarılabilecek "piyonlar" da olmalıydı. Ekibin bir kısmını piyon gibi gören bir proje yöneticisi olamazdı, olmamalıydı. Hangi çalışan, kendisinin bir projede piyon gibi değersiz görülmesini kabul edebilirdi.

Günümüzdeki projelerde emirleri yerine getiren askerler yerine itaat etmeyen, çözümlere itiraz eden, sorgulayan, eleştiren, daha iyi bir çözümü olduğunu iddia eden askerlere ihtiyaç vardır. Bu kişilerle bir projede birlikte çalışmak bir proje yöneticisi için katlanılması zor ve istenilmeyen durumdur. Ancak  bu tür "kötü?" askerler de proje ekiplerinde olmalıdır. Elindeki mızrak ile sadece savaşmayı düşleyen "iyi" askerler yerine mızrağın neden elinde olduğunu sorgulayan "kötü" askerler de gereklidir.

Projeler, savaş alanı olarak görülürse karşımızda saldıracağımız bir düşman gerekecektir. Bu düşmanlar, müşterilerimiz midir? Ya da son kullanıcılar mıdır? Projenin başka herhangi bir paydaşı düşmanımız mıdır? Böyle bir şey düşünülebilir mi? Asla. Belki rekabet içinde olduğumuz başka firmalarla mücadele etmemiz beklenebilir ancak bunları da hiç bir zaman yok edilmesi gereken düşmanlar olarak ele almamızı gerektirmez. Öyleyse, ortada bir düşman yoksa, savaş da yoktur. Proje ekibinin mücadeleci olması elbette gereklidir ancak hiç birinin öldürücü silahlarını kuşanmış savaşçılar olmasına gerek yoktur.

Projelerde de elbette "strateji", "taktik" ve "harekat" gibi kavramlar vardır. Bu konuyu ileride uzun  bir yazı dizisi olarak ele alacağız. Ancak projelerdeki strateji, taktik, taarruz ve harekat gibi kavramlar askeri alandakilerle aynı değildir. Savaş stratejileri belki proje planları kadar esnek olmayabilir. Taarruz edecek ordu da sadece mızraklarını havaya kaldırmış askerler değildir. Metaforlar her yerde aynı şeyleri karşılamayabilir. Metafor kullanımında dikkatli olmak gerekir.

Son olarak; projelerin bir savaş alanı, projeyi bir mızrak olarak olarak gören "körler" elbet bir gün proje ekibindekilerle de savaşmaya başlayacaklardır. Proje yöneticisi kendisini emirler veren bir komutan olarak görmeyi bırakıp; itaat etmeyen, çözümlere itiraz eden, sorgulayan, eleştiren, daha iyi bir çözümü olduğunu iddia eden ekip üyelerine katlanabilen liderler olmalıdırlar!

08 Şubat 2020

Hikayeden İşler-4



HİKAYEDEN İŞ'LER-4


Hikayeler anlatarak iş hayatındaki önemli dersleri açıklamaya çalıştığım "Hikayeden İş'ler" yazı dizisinde yeni temamız "Mesleki Ukalalık" olacaktır. Hikaye anlatımında önemli bir husus hikayenin kısa, öz ve sade olmasıdır. Hikaye anlatımında söz kalabalığı yapmak, ağdalı ifadeler kullanmak, uzun ve sonu gelmeyen cümleler kurmak, anlaşılmaz terminolojiler ve terimlerle konuşmak, hikayeyi gereksiz yere uzatmak ve ana konunun dışında kalan olaylardan bahsetmek uygun değildir. Hikaye uzadıkça etkisini yitirecektir. Vurucu ve önemli noktaları dinleyene aktarmak güçleşecektir. Cümleler de kısa tutulmalıdır. Her bir cümle gerektiğinde bir slogan olabilecek kadar kısa ve anlam içermelidir. Böylece her bir dinleyenin aklında bir kaç cümle kalıcı olacaktır. 

Kısa öyküleriyle ünlü Rus yazar Anton Çehov, “ Hikayenin/öykünün ilk bölümde duvarda asılı bir tüfek olduğunu söylüyorsanız, ikinci ya da üçüncü bölümde o tüfek patlamalıdır. Eğer patlamayacaksa o tüfek orada asılı olmamalıdır.” der. “Çehov’un Silah”ı olarak isimlendirilen bu kural, hikaye anlatıcıları için de geçerlidir. Bu prensibi daha da genelleştirecek olursak, eğer bir hikaye anlatıcısı bir hikayesinde bir şey anlatmayı ya da söylemeyi seçtiyse, bu bir amaca hizmet etmelidir. Gereksiz yere hikayeye yerleştirilmiş imgeler ancak ve sadece hikayeyi ve dinleyenleri yorar. Belki de gereksiz yere dinleyicilerin dikkatini çekebilir ve dinleyicinin asıl odaklanması gereken yerleri kaçırmasına sebep olur.

SOBA NEDEN YUKARIDA? 


*********************************************************************************

Bir gün ormanda araştırma yapan Fizikçi, Matematikçi, Kimyacı, Jeolog ve Antropolog yağmura yakalanmışlar. Hemen yakınlarındaki bir orman evine giderek yardım istemişler.  Ev sahibi misafirlerini güzel karşılayarak ikram hazırlamak için mutfağa geçmiş. Bu sırada ekiptekilerin gözüne evdeki soba borusu takılmış. 

Soba yerden bir metre kadar yukarı konularak, altına taşlarla destek yapılmış. Bunu gören ekiptekiler bu konuda kafa yormaya ve yorumlamaya başlamışlar.

Kimyacı, ”Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış” der.

Fizikçi, “Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş” diye yorumlar.

Jeolog, “Tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangın ihtimalini azaltmayı amaçlamış.” der.

Matematikçi, “Sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış.” derken; 

Antropolog ise, “Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha soyut biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarıya kurmuş” diye değerlendirir.

Bizimkiler aralarında böyle konuşurken orman köylüsü içeri girer. Hep birlikte ona sobanın böyle yukarıda olmasının nedenini sorarlar.  Adamdan çok manidar bir cevap gelir :

– Boru yetmedi.

*********************************************************************************

İş hayatında her zaman değişik, size göre garip, belki de anlamsız görünen olaylarla, durumlarla ve kararlarla karşılaşılır. Çünkü her firmanın ve her yöneticinin/çalışanın farklı kültürleri ve yetkinlikleri vardır. Anlamsız görünen olayları ve durumları yorumlamak veya analiz etmek durumunda kalındığı zamanlarda en çok başvurulan yöntemlerden birisi, eğitim hayatında öğrenilen bilgiler ve/veya iş hayatında elde edilen deneyimlerdir. Hal böyle olunca da tüm olaylara mesleki bilgi birikimi açısından bakılmaya çalışılır.

Soba örneğinde olduğu gibi bazen olay o kadar basittir ki, üstünde mesleki açıdan kafa yormaya gerek olmayabilir. Böylesine basit bir vaka ile karşılaşılınca, olayı büyütmek, abartmak veya anlaşılmaz terimlerle açıklanamaz hale getirmenin anlamı yoktur.

Yıllarca aynı işi yapan, aynı alanda çalışan ve sadece belli bir konuda uzmanlaşan kişiler zaman içinde mesleki körlük yaşamaya başlarlar. Tüm olaylara mesleklerinin kapsamına giren kavramlar üzerinden bakarlar, değerlendirme yaparlar. Bu durum bir süre sonra mesleki alanda kendini üstün görmek, en iyi olduğunu düşünmek ve kendisinde bu alanda ukalalık yapmayı hak görmek gibi sonuçlara dönüşür.

"Elinde çekiç olan, herkesi çivi olarak görür"


Bir meslekte en üst seviyede olmak, duayen olarak görülmek herkesin isteyeceği, imreneceği bir hayaldir. Bilgi ve deneyimlerine değer verilmesi, eski tabirle kendisinden feyzalınması insana gurur verecektir. Yine de bu durum hiç bir zaman ukalaca cevaplar verilmesini haklı çıkarmayacaktır. Bir meslekte bilgili olmak kişinin itibarını yükseltecektir. Onu diğer meslektaşlarının karşısında saygın ve sözüne, bilgisine güvenilir kişi yapacaktır. Ancak bu mesleki bilgi ve deneyimi her olayı aynı gözle değerlendirmeyi gerektirmez.

Sonuç olarak:
"Bilginiz itibarınızdır,
 Üstünlüğünüz değildir!"